Quantcast
Channel: PETEĞİN KEYİF DÜKKANI
Viewing all 70 articles
Browse latest View live

DARİO MORENO'NUN SOKAĞI'NDA TARİHİ ASANSÖR

$
0
0
          

Bazı şehirlerin simge sokakları vardır. O sokaklar ile anılır şehirler. Hem de öyle büyük de değildir o sokaklar. Dar, küçük ama tarihi bol ara yollardır. Tıpkı İzmir'in Karataş semtinin Mithat Paşa Caddesi'nde bulunan Asansör sokağı veya bugün kullanılan adı ile Dario Moreno Sokağı gibi...                                                                                                                                                                                                                                                     

Peki bu sokak neden bu adı almıştır? Yani Kimdir Dario Moreno? Kendisi Yahudi asıllı bir piyanist ve sinema oyuncusudur. Aydın'da doğan sanatçı daha sonra ailesinin İzmir'e yerleşmesi ile bu sokakta bulunan evinde yetişmiş, ilk konserlerini Kordon'daki klüplerde vermiştir.


Sokağın başında ''Hoşgeldiniz'' der gibi beklerken yakın arkadaşı dünyaca ünlü müzisyen Enrico Macias da sokağın öbür ucunda gitar çalar. Dario Moreno'nun birçok şarkıları Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu tarafından Türkçe sözler yazılarak Türk Pop Müziğinde popüler olmuştur. Hangi şarkılar derseniz? ''Deniz ve mehtap sordular seni, neredesin?'' dersem?


İstanbul'da hayatını kaybeden sanatçının mezarı ise annesinin isteği üzerine İsrail'dedir.

Bu minik tarih kokan sokağa girdiğiniz zaman tam karşıda sizi taş bir kule gibi duran ASANSÖR binası bekler.


Asansörle yukarıya çıkarken Sezen Aksu da sizinle beraberdir. Nasıl mı? ''İzmir'in Kızları''şarkısı yok mu, sürekli o çalar. Sezen dinlerken göreceğiniz manzara ise çok güzel bir İzmir Körfezi'nin kuş bakışı resmidir sanki...


Romantik manzaralı Asansör Restaurant akşam ışıl ışıl İzmir'i görebilmek için de ideal bir mekan. Burada evlilik tekliflerinin yapıldığı özel akşam yemekleri de meşhurdur!


Burada durunca insanın aklına Orhan Veli olsaydı İstanbul için dediğini İzmir adına da dermiydi diye geliyor! ''Sana dün bir kuleden baktım aziz İzmir..''



Bu binanın tarihi özelliği beni çok etkiler. Çünkü tam bir dostluk örneğidir!

Vakti zamanında Karataş bölgesinde bolca taş ocağı bulunduğu için Asansör binası da İzmir'in örnek taş binalarıdandır.

Yine aynı Semtte yaşayan Devidas ailesinin bir üyesinin Karataş'ın ünlü merdivenlerinden düşüp ayağını kırmasından sonra aynı sokağın başında yaşayan aile dostu Nesim Levi'nin aklına dostu için Avrupa'da gördüğü örnekler gibi bir asansör yapma fikri gelir ve Marsilya'dan getirilen tuğlalarla asansör kule inşa edilir.

İnsanın kendisine böyle asansör binası yaptıracak dostu olması ne güzel değil mi?


Bu tarihi kısa sokakta tarihi uzun yolculuğa çıkmanız mümkün. Öyle güzel eski taş evler var ki burada! İnanın hangisini çekeceğimi bilemedim. Bu evlerde umarım insanlar da çok mutludur.

 


Sokağın başında bulunan ASANSiR kafede dönüş molası vererek kahve keyfi yaptım. Burası çok otantik ve nostaljik bir yer. Kafenin zemin katında İzmir ve Ege yöresine ait hediyelik eşyalar satılan bölüm de var..


                       

Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ


KAYNAK :Google










İLK EDEBİYAT MÜZESİ AŞİYAN MÜZESİ'NDEN

$
0
0


Son İstanbul ziyaretimde uzun süredir yenilenme çalışmaları devam eden Aşiyan Müzesi’ni tekrar gezebilme şansını yakaladım ve yine çok keyif aldım.

Boğaz’ın sevimli semtlerinden biri olan Bebek’te bulunan Aşiyan Mezarlığı’ndan yukarı doğru ilerlerken daha doğrusu tırmanırken nefes nefese kalmamak mümkün değil. Dik bir yokuş sizi Arapça’da yuva anlamına gelen Aşiyan’a çıkarırken, siz de benim gibi ''Tevfik Fikret ne güzel bir yerde yaşamız!'' diye düşünürsünüz, eminim. Ağaçlar içindeki beyaz ahşap tarihi evi görünce ise tüm yorgunluğunuzu unutacak hatta nefesinizi tutarak ayağınızın altında bulunan Boğaz manzarasına dalıp gideceksiniz.



                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                           

Bol fotoğraf çekimi ile soluk aldıktan sonra sanat ve edebiyat tarihimizde özel yeri olan müzelerden birine girmekte olduğumu yeniden hatırlayarak, heyecanlandım.

Tarihe ve edebiyata ilgi duyanlar Tevfik Fikret’in edebiyatçı ve gazeteci kimliğini hele hele ''Haluk’un Defteri''’ni iyi bilirler. Ancak; üzülerek itiraf etmeliyim ki ben mimarlığını, zanaatkarlığını müzeyi gezerken fark ettim. Demek daha önceki ziyaretimde blogger hassasiyeti ile gezmediğim için olsa gerek bu önemli detayları atlamışım.Şairin çok yönlü, gerçek bir sanatçı olduğunu,elinden her işin geldiğini siz de orada olsaydınız çok iyi gözlemlerdiniz.
                                                                                                                                                                                               

Yazdığı şiirler, kaleme aldığı edebi eserler,  ressamlığını konuşturduğu tablolar  böyle güzel bir evde yani Boğazın en güzel köşelerinden birinde sanatla buluşmuş.

Üç katlı evde kendine ait birçok mimari eser de var, tabloları, elişi çalışmaları özel olarak korunarak, keyifli sunumlar ile sergileniyor. Birinci katta özel eşyaları, Abdülhak Hamit Tarhan’a ait eşyalar, tablolar, fotoğraflar, kadın şairlerimizden Nigar Hanım’ın şahsi arşivi bulunuyor. İkinci katta ise Tevfik Fikret’in çalışma odası, banyosu  ve yatak odası var.

                             

Sis şiirinden ilham alınarak yapılan ünlü ‘’SİS’’ tablosu da bu katta. Zemin katta ise mutfak ve yemek odasını görebilirsiniz.
Ünlü şair Servet-i Fünun’un Dergisi’nde yazı işleri müdürlüğü yaparken dergi Sultan 2.Abdülhamit tarafından kapatılınca bugün Boğaziçi Üniversitesi kampüsü olarak bilinen alanda Robert Koleji’nde öğretmenlik mesleğini yapmış.


Evinin arka kapısı hatta çalışma odasından açılan bir kapı direk çalıştığı binaya ulaşıyor, yani; yaklaşık 5 dakikada masasından kalkıp derse girebilen şanslı öğretmenmiş! Yok, yok! O değil de vakti zamanında onun öğrencileri olabilmek ne büyük şansmış! Kolejden önceki yıllarda ise Ticaret Lisesi ve Galatasaray Lisesi’nde de (Daha sonra müdürlük de yapmış) çalışmış.

Tevfik Fikret’in sanatsal ince zevkiyle döşenmiş bu evde, aksesuarlarını ve elinden çıkmış mobilyaları da görebiliyorsunuz.

Sanatçının evi aynı zamanda Cumhuriyet  Döneminin birçok aydın, düşünür, gazeteci ve edebiyatçılarının bir araya gelerek sohbet ettiği hatta önemli kararlar aldığı buluşma noktasıdır. Hatta evinin müdavimi olan konuklarından biri de benim dedemin amcasının oğlu olan Halit Ziya Bey’dir.(Uşaklıgil)


Aşiyan Müzesi aynı zamanda Türkiye’nin ilk  Edebiyat  Müzesi olma özelliğine de sahip. Dönemin ve evin tüm orijinalliğine sadık kalınarak müzeye dönüştürülmüş olması gezerken sizi o dönemin içine çekiveriyor.
Bir taraftan Abdülhamit Tarhan Dönemi’ni yaşarken bir taraftan boğazın büyüleyen manzarası ile evin arka cephesinde yeşillikler içinde bulunan Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik havası sizi bambaşka bir dünyaya götürüyor.


1906’dan 19 Ağustos 1915 tarihinde ölümüne kadar eşi Nazime Hanım ile yaşadığı ev daha sonra masraflarını karşılayamadığı için eşi tarafından satılığa çıkarılmış.1940 yılında İstanbul Belediyesi satın almış.
Pencereleri boğaza ve tarihe açılan bu evden ayrılırken ben de edebi bir yolculuktan dönmüş gibiydim…

Tevfik Fikret’in anısına oğlu Haluk’a yazdığı ''Haluk’un Bayramı''şiirini paylaşmak istedim sizlerle.

Baban diyor ki ''Meserret çocukların. Yalnız çocukların payıdır!''
Ey güzel çocuk, dinle;
Fakat sevincinle
Neler düşündürüyorsun, bilir misin?
Babasız, ümitsiz, ne kadar yavrucakların şimdi
Siyah-ı mateme benzer terane-i idi!
Çıkar o süsleri artık, sevindiğin yetişir;
Çıkar biraz da öksüz giyinsin, eğlensin;
Biraz güzellensin Şu ru-yı zerd-i sefalet…
Evet  meserrettir çocukların payı; lakin sevincinle
Sevinmiyor şu yetim; ağlıyor…
Haluk,dinle!


Müzeye gelen ziyaretçilere müze hakkında bilgi vermek için sesli rehberlik hizmeti mevcut. Giriş ücretsiz.

Adres: Bebek Mah. Aşiyan Yolu PK:34342 Beşiktaş/İstanbul
Ziyaret saatleri: Pazartesi hariç hergün açık.09.00-16.00 arasında açık.

Keyif Dolu Günleriniz Olsun...


Petek Uluğ



KANİŞLERİN (POODLE) ÖZELLİKLERİ

$
0
0


Kendi içinde farklı özellikler gösteren; Standart, Minyatür ve Oyuncak türü olmak üzere 3 çeşit kaniş türü vardır. 

Fiziksel görünümlerinde farklar olduğu gibi, enerji ve hareketlilik konusunda da türler arasında davranış değişiklikleri olduğunu söyleyebilirim. Standart kanişlerin neredeyse bir golden kadar boylu poslu olabileceği gibi oyuncak türleri ise 5 Kg mı geçmiyor, genelde!

Toy Poodle (Oyuncak) modeli olan Michael, sokağa çıktığımız zaman sadece çocuklar tarafından değil, yetişkinlerden de aynı tepkileri alır. ''Aaa, oyuncak mı, O?, oyuncak sandık!''

Yanlış değil aslında; gerçekten de bir oyuncağa benzeyen türdür onlar!...

Tüm kanişlerin ortak özelliği sadık, söz dinleyen, eğitime açık , akıllı ve oyun oynamayı seviyor olmalarıdır.

Show köpekleri kategorisinde olan bu cinsler eğitime en uygun ırk olduklarını da ispatlar.

Diğer önemli özellikleri tüy, kıl dökmeyen, salyası akmayan, alerji sorunu yaşanmayan ender cinslerden olmalarıdır. Bu nedenle tıraş edilme ihtiyaçları yoktur, sadece tüyleri aşırı uzadığı zaman simsiyah boncuk gözlerini göremez hale gelirsiniz! Yüzleri ufak, narin, özellikle dişilerinin burunları sivri ve uzundur.

Bebekler ve çocuklarla çok iyi anlaşırlar, oyunu severler fakat saatlerce oyun oynamak isteyecek, kilometrelerce koşmak ihtiyacında olacak kadar enerji patlaması yaşayan bir ırk değildir


Ben kendi işlerimle veya yazılarımla ilgilenirken Michael da saatlerce yanımda yatar, TV seyrederken bana eşlik eder. 

Örneğin, aşağıda küçük yeğenimi sabırla beklerken...

                      

NEDEN KANİŞ (POODLE) TERCİH EDİLEBİLİR?

Herkese göre tercih etme nedeni ya da yaşam şartlarına göre öncelikleri değişebilir. Kimi için tüy dökme sorun olurken, bir başkası için saatlerce dışarıda kalmak istemesi sıkıntı yaratabilir.

Ancak, kısaca şunu söyleyebilirim ki; çalışan biri iseniz, evde tek başına kalabilen, sorun çıkartmayan, bakımı en kolay olan köpek türüdür. Veterinerlerin söylediği ve bizzat benim de tecrübe edindiğim bir gerçek bu!

Akıllı ve zeki oldukları için, her söylediğinizi anlarlar, ancak; işine gelmiyorsa duymamış gibi yaparlar. Yine de zekası yabana atılamaz! 

2.5 yaşındaki küçük bir çocuğun zeka seviyesine sahip oldukları söylenir. 

Kelime dağarcıkları, algılama seviyeleri oldukça yüksektir. 

Gelen gidenin bol olduğu bir evde yaşıyorsanız, herkesle çok iyi anlaşacak, sorun çıkarmayacaktır.

Tuvalet eğitimi konusunda ise Michael çok kısa zaman içinde sabah akşam düzenli olarak dışarı çıkarmak şartıyla, bu sorunu da halletti...


KANİŞLER (POODLE) HAKKINDA MERAK EDİLENLER

- Apartman yaşamında sıkıntı yaratmazlar; çünkü; tüm gün evde yalnız kalabilir, tehdit unsuru bir şey görmedikçe havlamazlar.

- Evet hareketlidirler, eve gelen gidene olursa çok sevinirler. Hele sahiplerinin eve dönüşlerinde kalpleri duracak kadar mutlu olurlar. Ancak; bu hareketlilik evde eşyalara zarar verecek, yıkım yapacak boyutta asla değildir! Kendi çaplarında, durdukları yerde tenis topu gibi zıplar dururlar. 

- İki ayakları üzerinde yürüme özelliğine sahiptirler. Bu nedenle de showlarda kullanılırlar! Bunu yazarken üzülüyorum:(

- Beslenmeleri siz sahiplerine kalan bir konudur. Kuru mama yemeleri tercih edilir. Her cins kadar onlar da masadan yemek konusunda ısrarcı olabilirler! Arsız olup olmamaları sahiplerinin bu konudaki eğitim anlayışına kalmıştır.

- Ev içinde eşyalara zarar veren, kemiren, yaşamı zorlaştıran bir ırk değildir. Hayatınızı renklendirir ve zamanla dostluk bağlarınız kurulur. 

                                          

- Sizden başka kimseye ilgi göstermesini istemiyorsanız, bu    ırk sizin için ideal değildir. Çünkü; kapınıza gelen su  satıcısına da size göstermiş olduğu ilgiye gösterebilir! Yine de  sahibini kıskanma halleri vardır!

- Nadir bir ırktır. Her yerden rahatlıkla sahiplenemeyebilirsiniz. Barınaklardan bulabilmek çok kolay olmayacaktır! Veterinerler aracılığı ile sahiplenmek daha uygundur!

- Mide, kulak rahatsızlıkları ve kalp hastalıklarına yakalanma olasılıkları yüksektir.

- Açık kahverengi, siyah, krem ve kayısı tonlarında tüyleri ile beraber kendilerine has ponpon şeklinde tıraş şekilleri vardır.

- Banyo ihtiyacı ayda 1 kez karşılanır.

- Beslenmesi ise bebeklik çağı geçtikten sonra günde 1 kez yeterlidir.

- Ortalama ömürleri 12-15 yıldır.

- Fransa'nın ulusal köpek ırkıdır.

- Poodle kelime anlamı ile ''Suda oynayan'' demektir.




Fotoğraflar Michael'a aittir!

Can dostlarınızla Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ







İZMİR ÜMRAN BARADAN OYUN VE OYUNCAK MÜZESİ

$
0
0
                          

İzmir Konak Belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi aslında İzmir'in ilk açılan butik müzesi olduğu gibi, hayatımızın ilk vazgeçilmezlerinden olan oyunlarımızın, oyuncaklarımızın anlatıldığı bir masal dünyası adeta. Müze kaybettiğimiz İzmirli Seramik Sanatçısı Ümran Baradan'ın gezdiği ülkelerden topladığı oyuncakları ve müzenin tarihi binasını bağışlaması ve İstanbul Oyuncak Müzesi'nin kurucusu yazar şair Sunay Akın'ın katkıları ile açılmıştı. Konumu gereği butik müzeler içinde en güzel manzaraya sahip olan oyun ve oyuncak müzesi belki de ''Çocuklar en güzelini hak eder!'' sözünü de doğruluyor!


Müzeye girer girmez kendinizi oyuncak dolusu geniş, aydınlık bir salonda buluyorsunuz. 


Salonda sizi karşılayan ilk oyuncaklardan biri nostaljik araba içinde uyuyan porselen bebek


Hangi çocuğun hayatında Pamuk Prenses ve 7 Cüceler'in önemi yoktur?





 Bursalı olarak Hacıvat ve Karagöz'ü görmek beni mutlu etti, karşısına geçip dakikalarca seyrettim tıpkı çocukluğumda olduğu gibi...


Şu sınıfın ve öğretmenin sevimliliğine bakar mısınız?


Müzede ayrıca kahvenizi içeceğiniz güzel bir kafe var. Minik bahçesinde ise masal karakterlerinizi bulup, onlara sarılabilirsiniz.

İçimizdeki çocukların korunduğu bu tür özel müzelerin artması, kültürel ve manevi değerlerin korunup, yeni nesillere aktarılması dileği ile...


Adres: Halil Rıfat Paşa No: 31 Varyant Tel: 232 425 75 13


                           Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ









ÜZÜM BAĞLARI ARASINDA URLİCE

$
0
0

Haftasonu havanın güneşli olmasını fırsat bilerek kendimizi Urla'ya attık. Evet, birkaç haftadır İzmir'de gerçek kışı yaşadığımız, hatta kar yağmasına bile şahit olduğumuz için güneşli hava bize özlediğimiz güneşi sunar sunmaz yeşile, doğaya koştuk. 

Bol yağışlı geçen günlerin hediyesi yemyeşil otlardı.

                        

İlk mola yerimiz Urla'nın İçmeler Mahallesinde bulunan Urlice Bağlarıydı. Dikkat edin eski İzmir yolundan Kuşçular Köyü yönüne doğru ilerlerken tekrar sağa doğru tozlu bir yoldan sapmanız gerekiyor buraya ulaşmak için. 
Yolun başındaki tabelayı kaçırmayın. Çok sakin, huzurlu bir bahçesi olan şömineli bir taş ev Urlice. 

       

       

       

Bir mimar çiftin kendi ürettikleri üzümlerden yaptıkları şaraplar ve pizza sunumları var. Konaklamalı değil. Kahvaltı servisi de yok. Günün belirli saatlerinde mahzeni gezip, tadım yapabilirsiniz. 

     

    

Benim ilgimi çeken ise kuzinenin üzerinde demlenen çaydı. Bir çay meraklısı için üzüm bağlarını seyredeceğiniz, zeytin ağaçlarının sardığı bahçesi kadar evin içi de çok rahat ve keyifliydi.

Gelen misafirlerinin yoğunluğu nedeniyle kendileriyle minik de olsa bir söyleşi yapamadım ama temiz havada güzel zaman geçirerek ayrıldık diyebilirim.

Güneşi özleyen can dostları da bahçeye serilmiş, gelen gideni bekliyordu.




Ulaşmak isterseniz adres: 

1168 Sk. Eski İzmir Yolu İçmeler Mah. Urla-İzmir

Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ



MOR KARNIBAHAR AŞKINA

$
0
0

Karnıbaharı sever misiniz bilmiyorum ama renginin mor olanı bir harika. Tamam; tadı da pişirmesi de aynı ama görseli çok hoş.

Yurt dışında farklı renkleri de bulunan karnıbaharın mor olanı Türkiye'de ilk kez İzmir'de Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi tarafından üretilmiş. Bu rengi veren üretiminde kullanılan flovin maddesi. Kesinlikle doğal, boya değil.

Antioksidanı bol olduğu için faydası da fazlaymış.

Ben bu fotoğrafı çektikten sonra kendisini haşlayarak salata yaptım. Rengini biraz kaybetti ama bu kez de eflatun karnıbahar oldu. Üzerine süslediğim yoğurt ile de çok süslü bir karnıbahar haline geldi :)


Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ




HUZURU, YEŞİLİ BOL ÖDEMİŞ VE BİRGİ’DEN GEZİ NOTLARI…

$
0
0
     
Birkaç hafta önce online yeme, içme ve gezi kültürü dergisi Travel and Gourmets’in bir araya getirdiği İzmirli blogger arkadaşlar ile beraber İzmir’in sakin, sessiz ama keyfi bol ilçelerinden birine gezi düzenledik. Sabahın erken saatlerinde Ödemiş’e gitmek için yola koyulduk. Konu İzmir, konular yemek, gezi ve paylaşım olunca enerjisi bol bir gezi olacağı da belliydi ve öyle de oldu!

Herkesin blogger olduğu bir grup ile bir arada bulundunuz mu hiç bilmiyorum ama bir kere mutlaka deneyin derim. Yaşadığımız şehri güzel anlatabilmek, tanıtabilmek amacıyla çekilen fotoğrafların içinden en güzelini seçip paylaşabilmek uğruna sarf edilen çabalara ya şaşarsınız ya da gülersiniz. Belki de takdir edersiniz!
                                                                                                                              
                     

Neyse, ekip olarak çıktığımız gezinin ilk durağı Birgi’de bulunan Nardanesi’ydi. Adı gibi yer gök nar doluydu her yerde. Daha önceleri ziyaret ettiğim Birgi’de narın ünlü olduğunu bilmiyordum, öğrendim.

                                

                       

Peksimet avutması denilen yöresel ekmek ile ot kavurmasının bulunduğu geleneksel kahvaltının ardından nar suyu ikramları ile uğurlandık. Bu arada kafenin güleryüzlü, konuşkan sahibi Birgi’nin burç, kale anlamına geldiğini, artık Ödemiş’in bir semti olduğunu, otobandan uzaklığından dolayı sükunetini koruduğunu anlattı bizlere.
Birgi  vakti zamanında alimlerin medrese eğitimi verdikleri, birçok farklı kültürlerin yaşadığı, kuru incirin bol yetiştiği hem doğal hem de tarihi bir beldedir aslında. Efeler diyarıdır.

Son dönemlerde ise Ege Bölgesi’nin tüm güzelliklerini barındırdığı için dizi ve sinema çekimlerine plato olarak tercih ediliyor.

                      

İzmirli yönetmen Çağan Irmak’ın ‘’ Unutursam Fısılda’’ filmi burada çevrilmişti, seyredenler selvi ağaçlarının arasındaki o renkli evlerin güzelliğini, taş yolların nostaljik görüntülerini hatırlarlar. Bugünlerde ‘’Yeşil Deniz’’ dizisi çekiliyormuş burada. Bir grup arkadaşımız dizi setini ziyaret ederek bu doğal stüdyodan fotoğraflar çekti.

                    
                           
          
                                                
                       

İkinci durağımız sadece yerli değil yabancı turistler için de cazibe merkezi olan ünlü Çakırağa Konağı idi. Tüccar Çakıroğlu Mehmet Bey tarafından yaptırılan 3 katlı bu tarihi konak, mimari işçilik anlamında görsel zenginliği ile muhteşem bir bina. Fotoğraf çekimi için özel izin aldığımız konağa beşer kişilik gruplar halinde kabul edildik.          
                                                                                                                                                                                              

Döneminin özelliklerini yansıttığı gibi aile bireylerine verilen değeri de gösteriyor. Örneğin, Mehmet Bey’in İstanbullu eşinin özlemini gidermesi için konağın odalarından birine İstanbul adını vererek tavana İstanbul siluetini resmettirmesi ilginçtir.

                      

Daha sonra Selçuklu ve Romalı dönemlerine ait mimari etkilere sahip olan Osmanlı Camiisi Aydınoğlu Mehmet Camii’ni ziyaret ettik.      
                                                                                                                                                                                                                                                                                       
Birgili yerel halkın kendi ürettikleri elişleri ve ürünlerin bulunduğu minik köy pazarı şehir merkezinden gelen bizler için her an bulamayacağımız doğal tezgahlardı. Bol bol Ev makarnası, ev eriştesi, ev salçası, kuru incir ve peksimet vardı.Tabii alışveriş yapmadan dönmek mümkün olmadı.

                     

                     

Birgi sonrası varacağımız yer Bozdağ’ın tepelerindeki bembeyaz karları seyrederek ilerlediğimiz Gölcük’tü. Bol oksijenli temiz havası ile göldeki sakinlik huzur vericiydi. Ödemiş’in meşhur Tengül denilen üzerine peynir rendelenen pidesinin yapıldığı fırını bulunca biz bloggerların heyecanını görmeliydiniz!


              

Gölcük’te usulüne uygun, lezzeti bol keşkek pişiren güzel restoranlar var, aklınızda olsun. Kışın ortasında bile gölün manzarasının güzelliğini, etrafındaki çay bahçelerinde içeceğiniz çayın tadını eminim unutamazsınız.

                                  

Kurtuluş Savaşı’nda Kuvayi Milliye hareketinin başladığı ilk yer olan Ödemiş’in merkezi, dönüş rotamızda son duraktı. Cumartesi günleri pazarının kurulduğunu  biliyorduk. Biz de hem pazarı gezmek hem de meşhur Ödemiş köftesini tatmak için burayı beklemiştik.

Pazarda en sevdiğim karaaşı denilen kestane cinsini bulunca birkaç kilo almadan edemedim! Zaten verimli tarım topraklarına sahip olduğu için kestanesi, patatesi ve süt ürünleri ile ünlüdür Ödemiş. Ülkemizin süt deposu da diyebiliriz bu bölgeye. Başka bir özelliği daha var. Birçok belediyenin şehir peyzajında kullandığı süs bitkileri, çalı grupları bu ilçemizden sağlanır.

                        

Hanımların Ödemiş Keteni, Ödemiş İpeği dedikleri yöresel kumaşların, bezlerin satıldığı tezgahları da gezip, inceledikten sonra bol çekimli, hoş sohbetli gezimizi tamamlayarak akşama doğru İzmir’e  dönmek üzere  yola çıktık. Yol boyu konuştuğumuz konu ise iklimi, tarihi, doğası bu denli güzel bir bölgede yaşıyor olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzdu.

Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ






































İZMİR HASTA ÇOCUK EVLERİ DERNEĞİ

$
0
0
Uzun süredir İzmir'de hasta çocuklar ve yakınları ile ilgili gönüllü çalışmalar yapan kişi veya kurumlara ulaşarak sosyal sorumluluk projeleri kapsamındaki çalışmalarını incelemek ve bu konuda bilgi almak istediğim kişiler vardı. İlk olarak çevremdeki doktor arkadaşlarıma ulaştım. Ancak; resmi prosedürler gereği çok açıklayıcı bilgi alamadım. 
Gönüllü üyesi olduğum Lösev ile irtibattaydım ki Onlar beni buldu. Yok, belki de ben Onları buldum. Ya da birbirimizi bulduk.
Geçen hafta Alsancak sokaklarında acele ile yürüyordum. Meksika Sokağı'nda ''Love Fest'' etkinliği vardı. Rengarenk, kırmızı kalpler ile süslenmiş standlar kuruluyordu. Girersem çıkamam diye düşündüm, çünkü; bayılırım bu renkli standlara. Acelem de olsa içlerinden biri dikkatimi çekti. Tam arayıp da bulamadığım, bu kış çok beğendiğim örgü atkıları satıyorlardı. Çok fazla düşünmeden hemen istediğim rengi alıp ayrılmak üzereydim satış yaptıkları poşetlerinin üzerinde yazan isim dikkatimi çekti. 
İZMİR HASTA ÇOCUK EVLERİ DERNEĞİ
İşte ayağıma gelmek buydu, tesadüf olamazdı. Çok tatlı, sempatik hanımlar bu dernek yararına el örgülerini satmak için buradaydılar. Çok heyecanlandım. Ayaküstü kendimi tanıttım, mail adresimi verdim, biraraya gelmek üzere sözleştik. 
İşte şimdi derneğin gönüllü çalışanı Yeşim Çopur'un verdiği bilgilendirme yazısını Dernek Kurucusu Prof.Dr. Buket Erer Del Castello'nun anlatımı ile olduğu gibi paylaşıyorum sizlerle. Benim atladığım bir şey olmasın. Bu denli güzel projeyi, etkilikleri herkes duysun, bu dernek daha fazla sayıda yardıma muhtaç hasta çocuklarımıza ulaşabilsin. Gönüllüler ile daha uzun yol alsınlar.
Derneğe emeği geçen, çaba gösteren, destek veren herkese teşekkürler. Hasta çocuklarımız en kısa zamanda iyileşip şifa bulsunlar.


Peteğin Keyif Dükkanı:
İZMİR HASTA ÇOCUK EVLERİ DERNEĞİ hakkında detaylı bilgi verir misiniz? Size ve derneğe nasıl ulaşabiliriz?
2004 yılında Prof.Dr. Buket Erer Del Castello’nun sunduğu ‘İzmir Hasta Çocuk Evleri’ projesi dönemin Ege Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim dalı Başkanı Prof.Dr. Sevgi Mir ve dönemin Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ülkü Bayındır tarafından büyük bir heyecanla desteklendi.
Aziz Kocaoğlu’ndan Önemli Destek
İzmir Hasta Çocuk Evleri projesinin amacı ‘Anadolu’nun dört bir yanından İzmir’e tanı ve sağaltım için gönderilen, kalacak yeri veya yakını olmayan, ekonomik sıkıntısı olan ailelere ve hasta çocuklarına sıcak bir yuva sağlamak, onları sağlıklı ortamlarda barındırmak ve her türlü maddi ve manevi gereksinmelerini karşılamaktı.
2005 yılı Şubat ayında küçük bir grup gönüllü bir araya gelerek Hasta Çocuklarımız ve Ailelerini Destekleme Derneğinin çatısı altında toplandı. Hasta çocuklar ile ailelerin misafir edileceği evlerin Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından derneğe tahsis edilmesi, projenin hayata geçirilmesinde atılan en önemli adım oldu.
Gönüllülerimiz Arttı
Ege Üniversitesine yakın mesafede bulunan bu mekanlar Çimentaş A.Ş’nin gönüllü ve özverili katkıları ile kısa sürede her biri 2 aileyi barındırabilen, her türlü yaşamsal ihtiyacı karşılayan konforlu daireler haline getirildi.
Evlerin ve hasta ailelerin denetiminden sorumlu koordinatörümüz Sevil Ozan’ın 2008 yılında derneğimize katılması ile gücümüz ve büyüme arzumuz kamçılandı. Ocak 2011 de ilkelerimiz ve tüzüğümüz değişmedi, sadece ismimizi herkesin benimsediği ‘İzmir Hasta Çocuk Evleri Derneği‘ olarak kısalttık, gönüllülerimiz arttı, sorumluluklarımız da arttı. Artık başka hastaneler ve tedavi merkezlerinden de yardıma muhtaç hasta aileleri için aranıyoruz.
Anadolu’nun Dört Bir Yerinden Gelen Çocuklara Kucak Açıyoruz
Dernek Başkanımız Sayın Suzan Kızılgök, bizlerin ve çocuklarımızın ‘Suzan Annesi’, kurulduğumuz günden beri bize deneyimiyle her konuda ışık tutuyor destek oluyor; dernekteki her gönüllünün belirli bir görevi var ve hepimiz gönüllülüğün sadece gönül işi olmadığının bilincinde, sorumluluk duygusu ve disiplinle çalışıyoruz.
Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesine Anadolu’nun dört bir yanından hasta çocuklar tanı ve sağaltım için gönderilmektedir. Bu çocukların büyük kısmını lösemi, kök hücre nakli, organ nakli gibi zor ve uzun süreli sağaltım gerektiren, hastanede yatma süreleri uzun, taburcu edilseler bile ayaktan takipleri aylar sürebilen hastalar oluşturmaktadır. Evini, işini, şehrini ve yakınlarını bırakarak hasta çocuğu için bilmediği, kimseyi tanımadığı bir şehre gelen aileleri çok büyük sıkıntılar beklemektedir. Çocukların hastalığı aileyi de parçalamakta, çoğu kez babalar işlerini kaybetmekte, çoğunluğu dar gelirli olan bu ailelerin maddi sıkıntıları bu koşullarda katlanarak artmaktadır. En temel ve insanca hak olan ‘barınmak’ ciddi bir sorun olmaktadır.
Ailelerden Hiçbir Katkı Almıyoruz
Evlerimizdeki eşyaları İzmir’li hayırseverlerin yardımları ile tamamlamaya ve yenilemeye çalıyoruz. Ailelerimizin gıda, giyim başta olmak üzere her türlü ihtiyaçlarını bize destek olan sponsorlarımız ve bağışçılarımız sayesinde karşılayabiliyoruz. Evlerimizin bakımını, temizliğini en iyi şekilde yapmaya çalışıyoruz çünkü o evlerde bağışıklık sistemi zayıf yavrularımız barınıyor. Evlerin su, elektrik ve ısınma masrafları dahil tüm giderleri derneğimiz tarafından karşılanıyor. Ailelerden hiçbir katkı almıyoruz, onların en önemli görevi hasta çocuklarının yanında olmak, onları düşünmek ve sevmek ve yaşamlarının bu zor ve karanlık günlerinde kendilerini yalnız hissetmemeleri ve biraz olsun huzurlu olmaları.
10. Yılımıza Büyüyerek Giriyoruz
Sizlerin ve bizlerin sayesinde....
10 yıldır, 6 ailenin barınabildiği 3 evi ile Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesinden gelen hasta çocuk ve ailelerine hizmet vererek gücüne güç katan İzmir Hasta Çocuk Evleri Derneği 10. yılına büyüyerek giriyor. İzmir’li bir hayırseverin bağışlarıyla ev sayısını artıran Derneğimiz Basın Sitesi ve Balçova’daki evlerini de hizmete açarak 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesinden de hasta kabul etmeye başlamıştır.
Çağdaş birey sadece kendinden değil ‘kendinden daha şanssız ve zor durumda olanlardan da sorumludur’ ilkesinde birleşmiş olan İzmir Hasta Çocuk Evleri Derneğinin gönüllüleri, 10. yılını kutlayacak olan derneklerinde 500’e yakın fakir, yalnız ve çocuğu hasta aileye kucak açtı, onlara layık oldukları insanca yaşam koşullarını sağladı, dertlerine ve sevinçlerine ortak oldu.
Prof.Dr. Buket Erer Del Castello
Dernek Kurucusu
Daha fazla bilgi için:
İzmir Hasta Çocuk Evleri Derneği
Suzan Kızılgök         : +90 542 534 34 64
Prof.Dr. Buket Erer Del Castello: +90 533 211 36 71
Sevil Ozan               : +90 539 930 23 60

www.hastacocukevi.org.tr
buket@hastacocukevi.org.tr
sevil@hastacocukevi.org.tr

                      

Peteğin Keyif Dükkanı:

Etkinliklerinizi ve projelerinizi anlatır mısınız?

Etkinliklerimiz :
- Ekin Koleji ortak çalışması ile Tolga Çandar Konser Organizasyonu
- Ege Üniversitesi Konservatuar Hocalarından Sn. Barış Doğan Derneğimiz adına 3 yıldır konser vermektedir
- Efes Rotary Klübü ortak çalışması ile 2014 yılında Sn. Tevfik Rodos konseri
- İtalyan Konsolosluğu organizasyonu ile Tenor Sn. Livio Angelisanti , Sn. Tevfik Rodos ile Ahmet Adnan Saygun’da Yeni Yıl Konseri
- Sn. Evrim Özkaynak konseri
- Farklı zamanlarda organize edilen Kahvaltı ve
Akşam Yemeği Etkinlikleri ile Konaklamalı hafta
sonu gezileri
- Derneğimize destek olmak adına farklı zamanlarda
Gelişim Koleji ve Çakabey Koleji Yeni Yıl Kermes Etkinlikleri
- Dernek Üyesi bir arkadaşımızın Gümüşpala’da kullanımımız için verdiği dükkanda 2. El Kıyafet Satış Organizasyonu
- 2 yıldır İngiliz Kilisesi ‘Christmas Kermes’ etkinliği
- Dora Dergisinin Night Out Fest organizasyonuna
stand açılarak Dernek tanıtımının yapılması
- Dora Dergisinin Love Fest Organizasyonuna katılım
Projelerimiz :

- Ana projemiz, mevcut evlerimizde hasta çocuk ve ailelerinin sağlıklı yaşayabilmeleri için uygun ortamın devamlılığının sağlanması
- Ailelerin İzmir’de yaşamalarını kolaylaştırmak ve her türlü ihtiyaçlarını gidermek adına verilen desteğin sürekliliğinin sağlanması
- Yeni bağışşanan evin protokolünün hazırlanması ve 3 ailenin konaklayabileceği şekilde tadilatının yapılması
- Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi’nin ihtiyaçlarının karşılanması için bağışçılarla iletişime geçilerek gerekli çalışmaların yapılması, ihtiyaçların temini
- Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Hastanesi ile ilişkilerin geliştirilmesi için işbirliği çalışmalarının yapılması
- 4 senedir Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesinde ‘Yeni Yıl Kutlama’ etkinliği düzenlenmesi. Bu sene çalışılmaya başlanan Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Hastanesinde de ‘Yeni Yıl Kutlama’ etkinliği düzenlenmesi
- Kurban Bağışı çalışmalarının daha etkin yapılması, yıl boyunca ailelerin et ihtiyacının karşılanması
- Evlerimizde kalan ailelerin, temel gıda ve kuru bakliyat ihtiyaçlarının giderilmesi için bağışçılarla işbirliği çalışmalarının daha etkin yapılması, Ramazan Paketi bağışı organizasyonu
- Derneğin tanıtımı için yeni projeler üretilmesi, ‘tanıtım dosyası’ hazırlanarak firmalarla sosyal sorumluluk projeleri kapsamında ortak çalışmalar yapılması
- Bornova Belediyesi Dernekler Koordinatörlüğü ile ortak projeler yürütülmesi

Beni ve blogumu ziyaret edenleri bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim Yeşim Hanım.

Sağlıklı keyif dolu günleriniz olsun...

Petek Uluğ








ADANA AYRI BİR KEYİF AYRI BİR DİYAR

$
0
0
            

Güzel ülkemde ziyaret edemediğim birkaç şehirden biriydi ADANA. Üniversitede Adana'dan gelen öğrencilerimle sohbet ederken Onlara sorular soruyor ve gitmiş kadar oluyordum. Sonunda geçen bahar bu güzel şehre gidebildim. Ancak; vuslata erince bir rahatlık mı geldi ne, bir türlü yazımı yazıp, blogumda arşivleyemedim. Belki de tadı damağımda kaldı da ondan! Neyse o gün bugünmüş!

             

Adana'ya İzmir'den hava yolu ile ulaşmak yaklaşık 1- 1.5 saat sürüyor, fakat; gidiş ve dönüş saatleri kısıtlı. Uçuş saatlerini ayarladıktan sonra, gökyüzünde sizi tam bir seyir şöleni bekliyor hazır olun. Sakın uykuya, sohbete falan dalmayın!

Çukurova semalarına vardığınızda pamuk tarlalarının cazibesi kadar Çukurova Üniversitesi'ne ait kampüsün yakınlarında bulunan Seyhan Barajı da yukarıdan harika bir görüntü veriyor. 


             

Şakirpaşa Havaalanı'na inince kısa bir süre şaşkınlık yaşamadım dersem yalan söylemiş olurum, çünkü; 5.Büyük şehrimiz olan Adana'nın havaalanı o denli büyük değil. Hatta oldukça küçük! Olsun; şehir öyle güzel ki!
Alanın hemen çıkışında bekleyen, saat başı hareket eden otobüsler ile kısa sürede şehre ulaşabildik. Diğer bir alternatif ise alana yakın mesafede bulunan istasyon garından tren ile şehir merkezine gitmek. Mesafeler çok yakın ve yol boyu gayet keyifli.

Biz tren yolculuğunu ertesi gün yaptık ve şehrin farklı merkezlerini, ana caddelerini bu şekilde daha rahat keşfedebildik!

                              

Adana'ya girer girmez sizi Seyhan Nehri'nin iki yakasını
(Seyhan- Yüreğir) birbirine bağlayan şehrin simgesi tarihi Taş Köprü karşılıyor. Roma Dönemi eseri olan bu köprü kısa bir süre öncesine kadar taşıt trafiğine açıkmış, ancak şimdi sadece yaya geçişine izin veriliyor. Kullanılabilir olan en eski köprülerden biri ünvanını da taşıyor.

Turistlerin fotoğraf çekilmek için doğal platform olarak kullandıkları köprüde her şehrin ana merkezlerinde görmeye alışık olduğumuz işportacılardan bol bol görebilirsiniz.

Otelimiz Seyhan Nehri ve Taş Köprü'yü gören bir konumda olduğu için ben sabahın ilk ışıklarına kadar geleni geçeni ve nehrin sükunetini seyretmiştim.  

                     

                          
      
Şehrin merkezinde, Seyhan Nehri'nin tam karşısında Sabancı ailesinin inşa ettirdiği Sabancı Merkez Camii bulunuyor. Caminin etrafı ise yemyeşil Merkez Park ile çevrili. Hava güzel olduğu için o günlerde park çok kalabalıktı.

       

      

Adana turizme açık bir şehir olduğu için her türlü konaklama imkanına sahip. Seyhan Nehri yakınlarında kalırsanız, köprüyü yürüyerek geçer, fotoğraflarınızı çeker ve hemen arka caddedeki ünlü Kazancılar Çarşısı'na girebilirsiniz. İşte bu çarşı tam bana göreydi. Her türlü eski, nostaljik detayların, bakırcıların, hanların, hamamların, kebapçıların ve turşucuların, şalgamcıların sıra sıra sıralandığı bir kapalıçarşı Tarihi Kazancılar Çarşısı. Geleneksel dokuyu hissetmek, en eski kebapçı adreslerine ulaşmak isterseniz buraya mutlaka uğramalısınız.

O meşhur kebabı kadar şalgamının da lezzeti çok doğal ve farklıydı. Şalgamı anmadan geçersem haksızlık yapmış olurum. 

Kazancılar Çarşısı içinde şehrin tüm yerel havasını soluduktan sonra, yakın civarında Fotoğraf ve Sinema Tarihi Müzesi bulunuyor, aklınızda olsun.

Ayrıca vaktiniz varsa ve havada müsait ise Baraj Bölgesi'ni ziyaret edebilirsiniz. Şehirde doğal güzelliği yaşayabileceğiniz bölge diyebilirim. Taksi ile ulaşabileceğiniz mesafede.

               
         
              

               

                  

                           

                 

Yukarıda gördüğünüz Üreyir Bölgesi'nde Bossa Tekstil ve Kumaş fabrikasından kalan eski bir baca. Bugün ise Adanalılar için sadece Sakıp Sabancı'yı hatırlatan bir simge.

                 

Adana halkı turist olarak sorduğunuz her soruya son derece ilgili ve samimi yanıtlar vererek ''Ülkemin her köşesi ve her insanı ayrı güzel!" dedirtiyor.

Şehrin konumu bazı çevre illere çok yakın, özellikle komşu il Mersin'e 1 saat gibi kısa bir sürede ulaşabiliyorsunuz. Biz bir günümüzü bu şehre ayırdık ve iyi ki de ayırdık! (O da ayrı bir yazı konusu, tabii!)

Seyahat için en uygun zamanlar Nisan, Mayıs aylarıymış. Biz de Mayıs ayını tercih ettik. Ne terledik, ne üşüdük. Nisan ayında yapılan Portakal Çiçeği Festivali'ni görmek istesem de çok kalabalık olmasından dolayı şehrin güzelliğini yaşayamayız endişesi ile tercih edemedik! 

Ve tabii son olarak oraya kadar gitmişken bici bici tatlısı yemeden dönmeyin. Nedir bici bici? Adana'ya özgü su, nişasta, gıda boyası ve buz ile yapılan bir türlü sulu muhallebi.


Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ






















YABANCI DİL NASIL ÖĞRENİLİR ?

$
0
0

Yeni bir konuyu öğrenirken olduğu gibi yabancı dil ile ilk tanıştığınız zaman önemle dikkat etmeniz gereken kurallar vardır. İşte bu esaslar size başarıyı veya başarısızlığı getirir.

Yabancı dil eğitimine başlarken öncelikle o dili öğrenmeye samimi olarak niyet etmelisiniz. 

Küreselleşmenin, iletişim çağının ve mesleğinizin mecburiyetlerinden öte o dili öğrenmeyi gerçekten istemelisiniz. 

Öğrendiğiniz dili konuşmak, okumak, yazmak yani iletişim kurmak üzere kullanmak, kullanmayı sağlamak esas hedefiniz olmalıdır. 

Bu şartları yerine getiremiyor, kendinize dürüst davranamıyorsanız, hiç zaman kaybetmeyin derim. 

Birçok okul, eğitim kurumu, dil kursları hatta üniversiteler yabancı dil öğrenmek için yola çıkıp, sadece mecburiyetler doğrultusunda kayıt yaptırmış öğrenciler, meslek çalışanları ile doludur. Ancak; verim ve başarı yüzdeleri çok düşüktür!

Yabancı dil ile eğitim yapan üniversitelerin hazırlık sınıflarında bile istedikleri bölümü kazanmış olmalarına rağmen, dil eğitiminde yeterliliği sağlayamayıp geri dönen pek çok öğrenci vardır! (Bu konuda kurumların, eğitimcilerin yetersizliği ayrı bir gerçektir; evet; ama o başka yazı konusudur.)

Önce niyet sonra istek yerine geldi diyelim; hemen ardından dil bilincinin oluşmuş olması gerekir. Bu konuda bilinçli olmak şarttır!

Nedir o bilinç?

Dil eğitimi, boş zamanlarınızı değerlendireceğiniz bir aktivite değil, bir bilimdir ki buna dil bilimi, dil eğitimi diyoruz!

Bu eğitim zor değil, ancak; meşakketlidir, emek ister, gayret ister. Her yeni bir kelimede pes ederseniz, olmaz! Adı üstünde yabancıdır. 

Yani sizden olmayan, farklı bir şeyi kabullenme sürecine hazır olmalısınız! 

Yeter mi? Hayır!

Bu konu dar zamanda, dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde aradan çıkarılacak eğitim şekli değildir, zaman hatta bol zaman ister. Anlaması, kavraması ve öğrenilen bilgilerin beyin tarafından kabullenip, onaylanıp, günlük hayatta uygulanabilmesi için yeterli zaman gerekir. Bu zaman aralığına ilaveten öğrenilen bilginin unutulmaması için kullanım ve pratik yapabilme alanı da eklenmelidir!

Eminim, çevreniz bu konuda dil bilgisi kuralları anlamında başarılı olmuş fakat, iletişim kuramayan, anlatmak istediğini söyleyemeyen, söylediğini yazamayan, okuduğunu anlamayan, dinlediğini kendi diline çeviremeyen insanlar ile doludur. Onlardan biri olmak istemiyorsanız; bu asli gerçeği gözardı etmemelisiniz!

Bu aşamanın diğer bir gerçeği de kendi anadilinizi nekadar başarılı kullandığınızdır. O dilde doğmanız o dili verimli, etkili ve doğru kullanıyorsunuz anlamına gelmez!



Evet buraya kadar eğitim öncesi temel esasları sıraladım. İsterseniz özet geçeyim; serde hocalık var hiç üşenmem! İşim bu! 

Niyet, istek, yeterli zaman, dil bilinci, gayret, bu dili kullanacak alan yaratabilmek ve bununla beraber anadili doğru kullanabilmek.

Şimdi ise eğitim aşamasına geçtikten sonra asla yapmamanız gereken konuları özet geçeyim. Detayları daha sonra anlatırım.


1.Lütfen aceleci davranmayın, her işin bir abc'si olduğunu     unutmayın ve adım adım hareket edin, bir ay sonra                 şakır şakır farklı bir dil konuşuyor olamazsınız! Bunu iddia       edenlere de gülün geçin! Sakın zamanınızı ve paranızı           kaptırmayın!

2.Asla kendi ana dilinizde bildiğiniz dil bilgisi kuralları ile yeni öğrendiğiniz dili karşılaştırmayın! Her dil ayrı kurallar         zinciridir. Sorgulamak güzeldir; ancak, dil öğrenmek               sorgulamayı sevmez, sayısal düşünceyi istemez, sadece       kabul edin ve uygulayın! Dedim size; nazlıdır, özen ister!

3.Öğrendiğiniz dilde başarılı olabilmek için o dilin konuşulduğu ülkenin toplumsal, kültürel, tarihi                         özelliklerini de tanıyın.Yani o ülke ile tanışın! Aksi                   takdirde suni bir öğrenme olacaktır ki anlamamaya,             unutmaya çok müsaittir! Bu konuyu milli değer  yargılarınızın ötesinde tutun,milliyetçilik hislerinizle karıştırmayın! Farklı kültürde yeni bir dil öğrenmek sizi ne değerlerinizden ne de ana dilinizden uzaklaştırır!

4.Dil öğrenme isteğinizi, yani; kendinizi sürekli motive edin.       İsteğinizin azaldığını, zorlandığınızı fark ettiğinizde sakın       vazgeçmeyin. Öğrenme aşamasında her konunun                   zorlayıcı bir kırılma noktası vardır. Bu hassas nokta ''ya           tamam, ya da devam'' anıdır. Bu aşamada hep devamı           seçin, çünkü buraya kadar zaten çok yol katettiniz. Bunu         gözardı etmeyin!


Son aşama ise öğrendiğiniz dili gerçek hayatta kullanabilmektir. Bunu sağlayabilmek için o dilin kullanıldığı hayatın içinde bulunmalısınız dışında kalarak değil.

Hangi dili öğrendiyseniz, o ülkeye gidin demiyorum. İmkan ve fırsatlar dahilinde gidebilirseniz çok güzel olur tabii. Ancak gidemiyorsanız da sorun değil! İlgi veya iş alanlarınıza göre o dilde yazılan kitapları, dergileri okumak, haber kanallarını izlemek, dinlemek, güncel olayları zaman zaman o dilde takip etmek, o dilde çevrilmiş, alt yazısız filmleri seyretmek, şarkıları mırıldanmak, kısa da olsa yazılar yazmak, yabancı internet sitelerine üye olmak uzun vadede size yarar sağlayacak, unutmanızı engelleyecektir!

Emek ve gayret sarf ettiğiniz bu yolda tüm çabalarınızın kısa süre sonra boşa gitmesini istemezsiniz değil mi?

Ve son olarak...

Ne yapın, ne edin verimli sonuçlar alabilmek için bu işe erken yaşlarda başlayın! 

Geç kaldığınızı düşünüyorsanız da vazgeçmeyin fakat kendinize yüksek hedefler koymayın!     

Kendinizi farklı bir dilde ifade edebilmenin, iletişim kurabilmenin, yeni dünyalar içinde yeni keşifler yapmanın keyfini yaşayın.                               


Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ





KIRMIZI KARANFİLİN ANLAMI

$
0
0

Blogumda şahsa özel bir yazı yazmamıştım daha önce. Hele Ali Ağaoğlu için yazı yazacağımı hiç düşünmezdim ta ki kendisi bugün bir espri yapasaya kadar!
Bu yazı senin şerefine Ağaoğlu!
1. Ali Ağaoğlu'nun Avukatlarının dikkatine!
Kendisine ORTANCA hanımının olamayacağını söyleyiverin lütfen, zira Türkiye Cumhuriyeti'nde TEK EŞLİLİK vardır ve 1926 yılından beri yürürlüktedir! Bu durumun Türk Medeni Kanunu esaslarına göre de suç teşkil ettiğini hatırlatıverin!
2. Ali Ağaoğlu'nun Danışmanlarının dikkatine!
Kendisine KIRMIZI KARANFİLİN anlamını öğretiverin lütfen! Ölüm ve yas için kullanılan kırmızı karanfil ölen kişiye duyulan sevgi, özlem demektir. Yoksa; orkideleri de yığsan bir anlamı yoktur. Yani o gün o gülleri boşuna bırakmıştır!
3. Ali Ağaoğlu'nun Muhasebecilerinin dikkatine!
Kendisine paranın ve zenginliğin matematiksel ve kavramsal anlam farklılıklarını örneklerle anlatıverin lütfen! Yok koskoca işadamı anlamaz mı demeyin. Yine de anlamazsa yakın zaman önce hayatını kaybeden iş adamı Mustafa Koç'un hayatından açıklamalı örnekler verin!
4. Ali Ağaoğlu'nun Vicdanının dikkatine!
İstiklal Caddesi Cadde-İ Kebir olduğu günlerden beri tarihin en nostaljik caddelerinden biridir evet! Lakin; bugün için daha 4 gün önce terörün, ölümün, acının, korkunun yaşandığı, insanlığın utandığı, Asya Bebeğin yaşam mücadelesine girdiği bir caddenin adıdır.
Bunu da naçizane ben yazıvereyim dedim.
Yanında oturan beylerden isteyecektim bunları ama söylediklerine pek güldüklerini görünce UTANDIM isteyemedim!

Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ

ÇATALLAR VE KAŞIKLARLA DANS EDEN BALET

$
0
0

İsmet Özer Ankara Devlet Konservatuvarı Bale Bölümünü bitirdikten sonra, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ndeki çalışmalarının ardından İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde halen karakter rollerde sahne almaya devam eden bale sanatçımız. Kendisi ile tanışmadan önce zarif bir sanatçı ile karşılaşacağımı biliyordum; ancak, eski çatal ve kaşıkları sanatsal objeler haline dönüştürmesine hayran kaldım. 

                            



İsmet Bey, aktif dans hayatını tamamladıktan sonra kendisi için öyle farklı bir ilgi alanı yaratmış ki adını yurt dışına duyurmakla kalmamış, ülkemizi Avrupa'daki kültürel organizasyonlarda temsil edebilme şansını da elde etmiş. Açtığı sergilerin beğeni ile takip edilmesi üzerine Kültür ve Turizm Bakanlığı ile beraber Dışişleri Bakanlığı'nın da desteğini alarak davet edildiği ülkelerde halen kişisel sergilerini açmakta.






Onun için metallerle dans eden balet dersem hiç yanlış olmaz.Çünkü;eski çatal, kaşıklardan ilginç objeler, minyatür çalışmalar ve heykeller yapıyor. Öyle makinaların yardımıyla falan değil, her şeyi kendi el emeği ve imkanlarını kullanarak yapıyor. Tek yardımcısı kıl testere! 

                       
Paylaştığım fotoğraflardaki objeleri yakından görseydiniz eminim siz de benim gibi çok etkilenirdiniz. İsmet Bey, içindeki sanatçı ruhunu kullanarak, el becerilerini katarak yarattığı dünyada çok mutlu. 

Peteğin Keyif Dükkanı: Birçok kişide minik obje biriktirme merakı vardır, fakat çatal ve kaşık ile yarattığınız bu güzelliklerde çocukluğunuzdan gelen ilgi var mı?

İsmet Özer: Tabii ki! Çocukluğumda metal, elektrik, pil, kablo, lambalara çok meraklıydım. Kendime göre söker, tamir ederdim. Çatal, kaşık çalışmalarım çok daha sonra başladı aslında.

Peteğin Keyif Dükkanı: Peki, bale sanatının uzağında olduğunu düşündüğüm bu merakınız nasıl yön değiştirdi?

İsmet Özer: Aktif dans etmeyi bıraktıktan sonra sürekli yeni şeyler üretme arayışına girdim. Bir boşluk doğdu ve bu boşluğu tamamlayacak ilgi alanları yaratmak istedim. Bir gün böbrek hastası olan komşum ile beraberdik, Onun yurtdışından gelen iğne şişelerini, kavanozlarını gördüm. atılacak olan şişeleri alıp baharat kavanozları yaptım. Yine marangozluğumu kullanarak kendi yaptığım raflara dizdim bu şişeleri. Yani ilk olarak ahşap ile başladı bu merakım. ''Neleri, nasıl geri dönüşüm yapabilirim?'' diye düşünmeye başladım. Derken banklar, sedirler, kuş kafesleri yapmak ilgimi çekti ve minik akvaryumlar, minyatür objelerle devam ettim. Bunların içinde model kullanmadan, örneksiz yaptığım lambalı radyo minyatür çalışmalarım dikkat çekti. El işçiliğimi geliştirmek için radyolar ile ilgili kitaplar getirttim Amerika'dan.

Bodrum ve Çeşme'de olmak üzere kişisel sergilerimi açmaya başladım. Son olarak İzmir Sabancı Kültür Merkezi'nde sergiledim objelerimi.





Peteğin Keyif Dükkanı: Radyolar hem nostaljik hem de çalışıyor, nekadar ilginç! Elinize sağlık.

Ben hala eski çatal ve kaşıklardan nasıl böyle el emeği harikalar çıkar onu merak ediyorum! Farklı olmak için farklı tasarımlar yapmayı istemiş olabilir misiniz?

İsmet Özer: Kesinlikle, evet! Sırf bu nedenle araştırmalarıma devam ettim.1 kaşık,1 çatalla şamdanlar yapmaya başladım. Hiç aklımda olmayan ama beni etkileyen görüntüleri objeye döndürmek istedim.Çay bardaklarına kulplar ilave ettim.

                            


Peteğin Keyif Dükkanı: Demek ki çalışmalarınızda balenin de etkisi olmuş! Dans sanatının kıvraklığını objelerinizde görmek mümkün. Sadece el becerinizle bunları ortaya çıkarmak hiç kolay olmamalı!

İsmet Özer: Evet, haklısınız. Kuyumcuların ve gözlükçülerin hassas aletlerini kullanıyorum. Metalleri de antikacılardan bulabildiğim için maliyeti yüksek oluyor! 

Peteğin Keyif Dükkanı: Çatallardan Padişah Tuğra çalışmalarınız da yurt dışında çok ilgi çekiyor herhalde. Ben de bayıldım, nasıl emek ve el işçiliği var öyle...



İsmet Özer: Her birini keyif alarak yaptım. Amacım Tüm Osmanlı Padişahlarının aslına uygun olarak minyatürlerini yapmak.

Peteğin Keyif Dükkanı: Bakın şimdiden merak ettim. Çalışmalarınızı anlatırken sizi çok mutlu görüyorum.

İsmet Özer: Keyif aldığım doğru. Rahatlatıyor beni. Metallerle oynamak ve yeni tasarımlar yapmak adeta terapi çalışması gibi geliyor bana. Ancak, sanatseverler yeteri kadar ilgi göstermedikleri zaman üzülüyorum. İsterim ki İzmir ve İstanbul olmak üzere birçok ilimizde çalışmalarımı tanıtabileyim...

Peteğin Keyif Dükkanı: Zaten bunu hak eden gerçek bir sanatçı ve zanaatkarsınız aynı zamanda. Tasarımlarınıza bale sanatının zanaat ile buluşması diyebilirim naçizane! Son olarak;ileride yapmayı planladığınız başka çalışmalarınız var mı?

İsmet Özer: Olmaz mı? Kaşıklardan masklar yapmak istiyorum örneğin.İdealim ise minyatür senfoni orkestramın dünyaca ünlü büyük senfoni Orkestralarında sergilenmesi. Bir de Skylife Dergisinde yer almak.

Peteğin Keyif Dükkanı: Tüm planlarınızın, isteklerinizin gerçekleşmesini,çalışmalarınızın hak ettiği ilgi ve değeri görmesini dilerim. 

İsmet Bey'i tanımaktan,kendisiyle yaptığım bu sohbetten mutlu oldum,minik sanatsal çalışmalarını incelerken de işçiliğindeki inceliğe hayran kaldım.



Ve son dakikada yazıma ekleyebildiğim İsmet Bey'in son çalışmasını paylaşmadan edemedim. Bozuk paraları kullanarak yaptığı 1 Kuruşluk adlı sergisi ile yine sanatsal bir çalışma ortaya koymuş.


Bu sohbet için de kendisine teşekkür ederim.

İsmet Özer

ismetozer35@mynet.com

                   
                   Keyif  ve Sanat Dolu Günleriniz Bol Olsun

                                          Petek Uluğ




KEMERALTI'NIN ARA SOKAKLARI VE ABACIOĞLU HANI

$
0
0

Her İzmirli'nin dediği gibi ''Çocukluğum Kemeraltı'nın sokaklarında geçti'' diyerek başlamayacağım yazıma, çünkü O çarşıda geçmedi çocukluğum. Ben Bursa'nın meşhur Kapalıçarşısı'nın koridorlarında büyüdüm. Sıra sıra manifaturacıların, rengarenk kurdelelerin, çeşit çeşit düğmelerin satıldığı tuhafiyecilerin bulunduğu, top top kumaşların satıldığı onlarca dükkanların sıralandığı tekstil cenneti olan Kapalıçarşı esnafına çok aşinayımdır ben. 

Belki de bu nedenle 20 yıldır yaşadığım İzmir'de de Kemeraltı Çarşısını çok severim. 7000 yılın üzerinde olan geçmişi ile tarihin en eski alışveriş merkezlerindendir burası ve en önemli özelliği İpek Yolu üzerinde bulunan en son çarşı olmasıdır. 

Ben de her fırsatta bu çarşının sokak aralarına dalar, avare avare gezinirim. Bir şey alacağımdan değil, sanki bir şeyi aradığımdandır. E ne aradığım da bellidir aslında. Çocukluğum tabii ki! Başka şehirde, başka çarşıda ama benzer dükkan ve sokaklarda...

Blog yazılarımdan biri Kızlarağası Hanı ile ilgiliydi. Çok okundu ve sevildi. Bu kez o güzel hana gitmedim. Çünkü uzun zamandır tarihi çarşının ara ve arka sokaklarını gezmemiştim. Çarşıyı çarşı yapan eski ve tarihi evleri, binaları, hanlarıdır. Onları bir kez daha görmek ve paylaşmak istedim.

Nitekim; öyle güzel bir han keşfettim ki bir girdim çıkamadım! Keşfettim diyorum, çünkü restorasyon çalışmalarından sonra son derece turistik açıdan ilgi merkezi olmuş çarşı içinde. Hatta Phillippie Rotthier Avrupa Mimarlık ödülüne layık görülmüş bu han.

Şimdi adım adım gezdireyim sizi. Bu arada eski, babadan oğula geçen dükkanları da tanıtayım ki değişen alışveriş dünyasında, kocaman AVM ler arasında kaybolmasın, yok olmasın onlar! 

Yorulduğunuz an dinlenmek üzere bir yerlere oturacağız, merak etmeyin!



1967 yılında kurulan KISMET lokantasını Çarşı esnafı Urlalı Hasan Usta olarak tanıyor. Kime sorsanız gösterir yerini. Çünkü bulunduğu hanı bulmanız biraz zor olabilir! Urla'da kendi bahçesinde yetiştirdiği Ege otlarının lezzetini katarak pişirdiği ev yemekleri aynı zamanda Anadolu Türk Mutfağının en güzel örnekleri. Hasan Bey bizzat kendisi size yemek kültürü kadar Çarşı hakkında da bilgi vererek yemeğinizi keyifle yemenizi sağlıyor...


Zeytinyağlı yemekleri sınırsız, inanın ne yiyeceğinizi şaşırıyorsunuz. Şevket-i bostan, enginar, ot yemekleri benim ilk tercihlerim. Et yemeklerinde ise tas kebabı ve el basan tavanın tadına mutlaka bakılmalı.

Küçük Demir Han: 913 Sok. Kemeraltı Tel: 0232 489 18 14


1949 yılından beri gıda sektöründe hizmet veren GÜL KEBAP ise İzmir'e özgü döner ve tava köfteyi bakır sağanlarda sunan küçük ama nostaljik bir durak. Babadan oğula geçen Gül Kebab et severler için ideal bir esnaf lokantası.

Anafartalar Cad.No: 415 Tel: 0232 425 01 26

İşte bana çocukluğumu hatırlatan dükkanlardan bazıları...


Balcılar Manifatura-İpek Pazarı Cad.No:40 Hisarönü/Kemeraltı


 Şadırvanaltı Cami yanında bulunan Şadırvanaltı Geçiti çarşı tarihinde oldukça eski.


Çarşının en keyifli sokaklarından biri olan eski adı ile Havra Sokağı yeni adı ile Balıkçılar Sokağı'ndan soldan ilk aralığa saparsanız görebileceğiniz ETS HAYİM SİNAGOGU. Zamanın acımasızlığına uğramış, kaderine bırakılmış sadece eskiye meraklıların bulup ziyaret edeceği bir bina durumunda şu an sinagog...


Yine sokak aralarında dolanırken gözüme takılan eski ve kullanılmayan binalar genellikle zamanında Musevi azınlığın yaşadığı evlermiş..


Evet burası girişte bahsettiğim Abacıoğlu Hanı. Taş duvarlı dükkanlardan oluşan, minik bir taş köy adeta. Ama dışarıdan fark edilmesi zor. Şöyle kafanızı uzatırsanız, ''Neler varmış burada?'' diyerek ilerleyeceğiniz tek katlı bir han gibi. Vakti zamanında Balcılar çarşısı olarak bilinen 200 yıllık bu handa 1960'a kadar kabzımallar bulunuyormuş. Şimdi ise halıcılar, antikacılar, geleneksel hediyelik eşyalar satan dükkanlar, dericiler, kafeler veee AYŞA.. 


Evet Ayşa Kim? Ayşe Hanım harika Boşnak yemekleri yapan marifetli bir Boşnak Hanım. Her türlü yöresel yemekleri açık büfe şeklinde bulabilirsiniz bu otantik, taş restoranda. Benim de daha önce hiç yemediğim Boşnak mantısını ise mutlaka denemelisiniz. Boşnakça ZELANİK denilen tuzlu tartının da meşhur olduğunu duymuştum.Tatlı çeşitleri de zeytinyağlılar gibi tam bir ev yemeği tadında; ancak öğle saatleri çok kalabalık, yerinizi ayırtmadan gitmeyin!...

Anafartalar Cad.No:228 Z15 Kemeraltı Tel:0232 489 15 25




Ayşe Hanım'ın uluslararası yemek yarışmalarından aldığı ödülleri okadar çok ki! Ünlülere ve siyasilere ikram ettiği Boşnak böreği ile de tanınıyor!



Eski eşyaların bir koleksiyoner tarafından toplanarak satışa sunulduğu ve benim de kendimi kaybettiğim ''Resim ve Antika Galerisi'.Burada aynı zamanda eski halılar ve otantik eşyalar da bulmak mümkün.



Sizce benim gibi eskiye meraklı biri, böyle bir dükkanı bulunca bir şey almadan çıkmış mıdır? Tabii ki ''Hayır!'' Ne almıştır? Orta sıradaki sağdan 2.vazoyu!


            Bazaar İzmir-Anafartalar Cad.No:228 z 11 Kemeraltı



Hanın ortasındaki bu avluda keyifle yemek yerken her dükkanın önünde asılı duran kafeslerden gelen kuş sesleri ise sizi bambaşka bir ortama götürüyor. Sanki Kemeraltı'nın o telaşlı kalabalığı yok olmuş da siz bambaşka bir yerdesiniz gibi...


Abacıoğlu Hanı'ndan çıkarak yukarı sokaktan sola saparsanız tadilatta olan bu sinagogu görürsünüz. Burada yaşayan hahamın vasiyeti üzerine müzeye dönüştürülen sinagog aslına sadık kalınarak düzenleniyor şu an. Ancak fotoğraf çekimi yasak olduğu için sadece dışarıdan çekebildim.


Çarşının ana kavşağında bulunan Kurukahveci Hüseyin Efendi'den dibek kahvesi almadan dönmek olmazdı...


İzmir'de şekerci denilince ilk akla gelen, 1901 yılında kurulan meşhur Şekercibaşı Ali Galip'in önünden geçiyorsanız çarşının sonuna gelmişsiniz demektir.


Fark ettiyseniz; Konak Meydanı'ndan değil, Agora tarafından girdim Kemeraltı'na ve artık yolumun üzerinde İzmir'in ünlü buluşma noktası Saat Kulesi var. Onu da selamlayıp geçtikten sonra körfezin karşısından bana el sallayan evime ulaşmak için vapura binmek vazgeçilmez keyfimdir...


Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ

URLA'DA NECATİ CUMALI'NIN ANI VE KÜLTÜR EVİ

$
0
0

Burası Necati Cumalı'nın Urla'da bulunan Anı ve Kültür Evi

Ege'nin en keyifli ilçelerinden biridir Urla. Ancak; Yanıbaşındaki Çeşme'nin gölgesinde kalmış gibi gelir bana hep. Belki de bu nedenle burada doğup, büyüyen ünlü edebiyatçı, oyun yazarı ve şair Necati Cumalı'nın bu müze evini pek bilenler yoktur.

                                    

Geçen haftasonu Urla Enginar Festivali ardından sakinleşen sevimli ilçede edebiyat günü yapmak istedim ve kendimi burada buldum. 

Evinin odalarında yaşanan onca anıların içinde bir okadar da ödüller, plaketler, film afişleri bulunuyordu. Necati Cumalı'nın doğduğu ve daha sonra eşi ile beraber yaşadığı bu taş evde kendinizi edebiyat tünelinde hissediyorsunuz.

                                        

Edebi kişiliğinin yanı sıra avukatlık da yapan Cumalı'nın bazı kişisel eşyaları sergilenirken, zemin katta bulunan bir odası da halen ilçe kütüphanesi olarak hizmet veriyor.





  Yazarın filme çekilmiş eserleri afiş olarak evinin duvarlarını süslüyor. Bunlardan bazıları benim de severek seyrettiğim filmlerdir. 



1963 yılı'nda Urla'da çekilen bu film 1964 Berlin Altın Ayı ödülünü kazandı.

 

Anı evinin bahçesinde resim sergilerini de ziyaret edebilir, bahçesinde soluklanabilirsiniz.

Adres: Necati Cumalı Cad. Merkez, Urla, İzmir 

Tel: 0212 754 53 70

                  
Keyif Dolu Günleriniz Olsun...

Petek Uluğ




EVCİL HAYVANLARINIZLA KONAKLAYABİLECEĞİNİZ OTELLER

$
0
0

Yaz tatilleri başladı. Önümüzde bayram tatili var. Evcil hayvanlar ile hayatı paylaşanlar bilir; tatil dönemleri can dostlarımız için sıkıntılıdır.

Nasıl çocuğunuzu bırakıp tatile çıkmak tercih edeceğiniz bir şey değilse, can dostlarınızdan ayrı tatil geçirme planları da öyle birşeydir işte. Duygusal huzursuzluk, siz yokken ona kimin bakacağı sorunu ile birleşince çoğu kez tatil planlarından fedakarlık etmek zorunda kalırsınız. Onları gözünüzün arkada kalmayacağı güvenilir bir yere bıraksanız da bu kez dönüşünüzde sizi kaprisli, küskün, yüzünüze bakmayan bir dost karşılar.

Bu konu nedeniyle uzun yıllar başbaşa bir otele gidip kalamayan, tatile çıkamayan çiftler, aileler tanıyorum. 

Bizim de evimizde can dostumuz var ve birçok restoran, kafe, pastane, otel mekanlarımızı  ona göre programlıyoruz artık. Tabii bunu yaparken fedakarlık yapıyoruz gibi hissetmiyoruz, isteyerek, severek tercih ediyoruz, çünkü; onunla beraber olmak ve zaman geçirmekten mutluyuz.


Onları kabul eden hatta özel mama ve oyuncaklarla karşılayan yerler bile var! Bu mekanlara teşekkürlerimi borç bilirim.

Şimdi irtibata geçerek bilgi aldığım, araştırdığım otellerin listesini paylaşayım sizlerle. (Yine de gitmeden önce iletişim kurmakta fayda var. Ben ısrarla, iki kez telefon konuşması yapıyorum. Çapraz sorgulama gibi, hani bir terslik olursa diye, siz bana bakmayın!)

Belki o istikametteki tatil yörelerine giderseniz, işinize yarar, saatlerce google araştırması yapmazsınız. Benim de bizzat kaldığım, tanıştığım ve çok mennun ayrıldığım oteller var bu listede!

 Bazıları ek ödeme talep ediyorlar! Aklınızda olsun.

-Naturland Country Kemer - Antalya

-Kalamar Otel Kalkan - Antalya 

-Petro Club Holiday Village Side - Antalya

-Sirene Golf Resort Belek - Antalya

-Sürmeli Çukurova - Adana

-Aksan Otel - İzmir

-Albano Otel - İzmir

-Club Ilıca Hotel Çeşme - İzmir

-Dekim Hotel - İzmir

-Denizatı Tatil Köyü Gümüldür - İzmir

-Hotel Delmar Ilıca Çeşme - İzmir

-Hilton Otel - İzmir

-Grand Hotel Mercure - İzmir

-Asos Eden Gardens Ayvacık - Çanakkale

-Asos Terrace Motel Ayvacık - Çanakkale

-Mart Resort Hotel Marmaris - Muğla

-Alabanda Hotel Bodrum - Muğla

-Anfora Otel Bodrum - Muğla

-Kaya Pansiyon Bodrum - Muğla

-Antik Hotel Dalyan - Muğla

-Jenny's House Marmaris - Muğla

-Kale Otel Pamukkale - Denizli

-Kent Otel Yenişehir - Ankara

-Anemonia Otel Anamur - Mersin

-HiltonSa - Mersin

-Altınkum Motel Babakale - Çanakkale



Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ





KAHVE KEYFİNİN TARİHSEL YOLCULUĞU

$
0
0

Sizlerle burada ilk buluştuğum günlerde kahve keyfi yazım ile blog yazmaya başlamıştım. Çünkü beni anlatan bir yazı olsun istemiştim, hayatımın içinden. Günün kahvaltı keyfinden sonra kahve vardır her zaman. Güne onunla başlayıp onunla bitirmeyi mutluluk sebebi sayarım. O kadar anlamlı ve o kadar basit işte!

Aslında itiraf edeyim kahve ritüeldir benim için. Şık porselen bir fincanda yanında minik çiçeklerle ikram edilen veya ikram ettiğim kahve sadece hazmı kolaylaştıran bir içecek olmaktan çıkar, görsel sunum halini alır. Hele yanında Türk lokumu, çikolata gibi ağız tatlandırıcılar da varsa ne güzel olur. Çoğu kez geleneksel sunumu tercih ederim. Sanki itibarına daha çok yakışır!
Kimileri için detaydır bunlar. ''İçme dahi iyi'' bile diyenler olabilir. Ama adı üstünde keyif işte.


Meraklısı olunca kahvenin kültür tarihi, kahve fincanlarının tarihçesi ilgimi çeker, araştırırım. Zamanla farkında olmadan fincan koleksiyonum bile oluştu.
Gittiğim her yerden fincan toplar, hatıra olarak fincan ve çeşit çeşit kahveler alırım. Araştırma sonuçlarına göre öğrendiklerimi kısaca sizlerle paylaşmak istedim, kahve içerken beni hatırlar, hatta fincanların da dili olduğunu fark edersiniz.

KAHVENİN TARİHSEL YOLCULUĞU:

                 

Kahvenin Türkiye'de kabul görmesi ilk Osmanlı Dönemi medrese öğrencileri dönemine dayanır. Öğrencilerin uyanık kalmasını sağlamak amacıyla içilirdi. Sufi dervişlerinin çok beğenmesi üzerine kahve gittikçe kabul görmeye başladı. Arabistan'a kahveyi Türkler götürür, 2. Viyana kuşatması ile Avrupa'ya yayılır. Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra tüm dünyada Türk kahvesi olarak bilinir ve tek Müslüman içkisi olarak kabul edilir.

İstanbul'a kahvenin gelişi ile beraber Türk edebiyatında bu güzel içeceğe adanmış sözler, şiirler de görülmeye başlanır.

'' Burnu Fındık 
Ağzı Gayfe Fincanı
Şeker Mi Şerbet Mi
Bal Acem Kızı ''

SARAYDA KAHVE KÜLTÜRÜ:

Sarayda kahve ikramından önce misafirlere gül kokulu lokum ikram edilirmiş. Neden? Padişahı görecek olmaları sebebiyle aşırı heyecandan kan şekeri yükselen misafirleri sakinleştirmek için.


İçeriye kabul edilen kişi mevkisine göre yerini aldıktan sonra, kahve seremonisi başlarmış. Kahveci cariyesi tarafından ikram edilen kahve sırma işlemeli kadife veya atlas kahve örtülerde sunulur ve davetli sayısı ne kadar fazla olursa olsun ikişerli olarak, misafirlerin gözlerine bakmadan ikram edilirmiş.

FİNCAN RENKLERİNİN ANLAMLARI:
  
Rivayete göre Osmanlı Döneminde fincan renkleri bir dönemi temsil ederdi.


16.Yüzyıl doğuş döneminde pembe ve mavi fincanlar kullanıldı. (Tıpkı yeni doğan bebeklerde yeniliği, dünyaya gelişi temsil etmesi gibi).

 17.Yüzyıl yükseliş döneminde mercan kırmızısı görülüyor.

 Kanuni döneminde sarayda lacivert fincanlar kullanılmaya başlıyor.

 Saltanatın zirvede olduğu dönemde ise yeşil renkli fincanlar ağır basıyor.

 Ayrılığı simgeleyen sarı renkli fincanlar ise imparatorluğun veda yani çökme döneminde ikram ediliyor .

''Ya kahvesini içtiğim dost, hepsinin hakkı yok mu bende'' Cahit Sıtkı Tarancı

     

Kahve sunumunda kullanılan ilk fincanlarının üstü dar, aşağıya doğru genişti. Böylece köpük dağılmazdı! Daha sonra Fransız kültürünün etkisiyle silindir, üstü geniş fincan modelleri kullanılmaya başlandı.

Ancak esas olarak Türk kahve geleneğinde fincanlar kulpsuz olarak kullanılırdı. Sıcak kahvenin el yakmaması için fincan zarfa konulurdu..

Peki Paşa kahvesini duydunuz mu?

Cezvede su ve kahve aynı anda kaynatılırken içine bir miktar kül katılır, telve dibe çökene kadar bekletildikten sonra içilir. Özellikle, vakti zamanında eski konaklarda çok tercih edilen pişirme yöntemidir paşa kahvesi.

Kahve kültürüne ait deyimlerimiz size hiç yabancı gelmeyecektir.

''Bir acı kahvemizi içmez misiniz?''
''Aman efendim daha fincan bile soğumadı''
''Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır''
''Kahvesi içilmek''
''Kahveniz nasıl olsun?''



Bol Köpüklü Keyif Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ





Kaynak: ''Kahveniz nasıl olsun?'' Beşir Ayvazoğlu, Google


LYS TERCİH DÖNEMİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER!

$
0
0

LYS  TERCİH DÖNEMİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER!
LYS 2016  tüm alan sınavları ile tamamlandı. Binlerce öğrenci ve ailesi ‘’Çok şükür!’’ dedi, eminim. Son yıl hatta son birkaç yıl yaşadıkları sıkıntılı süreci bu yoldan geçenler çok iyi bilirler.
Öğrencilik hayatının en keyifli yılı olması gerekir iken ‘’Bitse de kurtulsak!’’, ‘’Üniversiteye bir kapak atsak da rahatlasak!’’ yılıdır aslında.
Lise mezuniyet töreninde kepini fırlatan öğrenci adeta ‘’Yeterrr!’’ diye bağırır.
Hepimiz; eğitimcisi, öğrencisi, velisi ile beraber bu çarkın içinde döner dururuz.  Eksiklerin, yanlışların altını çizsek de çarkın dışına çıkamayız.
Neyse; şimdilik geçmiş olsun. Ama maraton henüz bitmedi!
Maratonun ikinci etabı başlıyor.
İşte bu etap benim yıllardır tecrübelerim ile sabitlenmiş kısmıdır. En az hazırlanma süreci kadar hayatidir, özen ister.
HANGİ ÜNiVERSİTE? HANGİ BÖLÜM? HANGİ MESLEK?
NASIL VE NEYE GÖRE TERCİH YAPALIM?
Her yıl bu dönem bu konuyu blogumda ve köşemde anlatıyorum.
Bana danışanlara, fikrimi soranlara yardımcı olmaya çalışıyorum naçizane.
Şimdi lafı fazla uzatmadan net olarak yazıvereyim.


Önce  AİLELERE
  1. Lütfen üniversite eğitimine hazırlanan çocuğunuza TEOG sınavından çıkmış muamelesi yapmayın. Yani; lisans eğitimi 18 yaşını bitirmiş öğrencinin kendi mesleki seçimini yapabileceği bir yaştır. Onların kendi ilgi, alaka, beceri, yetenek ve başarı kriterlerine göre seçim yapabileceği gerçeğini unutmayın.
  2. Sizin yetiştirmiş olduğunuz gençlerin neler yapabileceğini veya yapamayacağını bilerek, kabul ederek kararlarına saygı duyun,  destek olun. Kendi hayalinizdeki meslek veya iş gruplarını onlara dayatmayın!
  3. Sizin yaşadığınız şehirde kalmaları (Ekonomik neden yok ise!), bulunduğunuz şehirdeki üniversitelerde eğitim almaları için onları zorlamayın, manevi sorumluluk yüklemeyin, ailevi baskıdan uzak durun!

Aileden uzak bir şehirde tercih yapacaklarsa; bu kez bu konunun önemini ve sorumluluklarını çok iyi anlatın!


  1. Yapacakları tercihlerin yanlış karar olduğunu düşünüyorsanız; ki onları en iyi siz tanırsınız, doğru örnekler göstererek, neden ve sonuçlarını çok iyi anlatın. Bu konuda tecrübeli kişi ve uzmanlar ile irtibata geçmesini ve ileride karşılaşacakları sorunları görmesini sağlayın. Ancak; aksi yönde bir baskı uygulamayın, çatışmayın!


  1. Tercih döneminde siz de elinizi taşın altına koyun. Tercih listesindeki her üniversite, bölüm hakkında araştırma yaparak onlara rehberlik yapın. İşin uzmanı olmanıza gerek yok! En iyi öğretmen öncelikle anne babalardır!


Bu dönemin sorumluluğunu sadece onlara yüklemeyin, her kararından, seçiminden haberdar olun!


Şimdi GENÇLERE


  1. Artık kararlarınızı ve sorumluluğunuzu kendinizin alacağı bir dönemdesiniz. Akademik yaşam sizi bekliyor. Yapacağınız her tercih sizin mutlu, başarılı birey veya mutsuz, isteksiz, ne istediğini bilmeyen kişi yapacaktır. Öncelikle kendinizi iyi tanıyın, hangi konuda başarılı/başarısız olabileceğinizi dürüstçe itiraf edin. Sadece puanınız yetiyor diye yanlış tercihlerden uzak durun. Açıkta kalmak korkusuyla hayat boyu sizi mutsuz edecek bir meslek seçmeyin!


  1. Eğitim almak istediğiniz bölümün hangi üniversitelerde hangi olanaklara sahip olduğunu, akademisyen kadrolarını, mezuniyet sonrası iş olanaklarını çok iyi araştırın. İlgili bölümün, üniversitenin mezunları ile irtibata geçerek, ileriye dönük planlarınızdan bahsedin. Aklınızdaki soruları sorun, öğrenin.


  1. Hiçbir üniversite ve meslek için ön yargılı olmayın. Geleneksel meslek gruplarının içinde kalmayın. Geleceğin mesleklerini de araştırın, ileriyi görerek, vizyonunuzu geniş tutun! Yurt dışı olanakları, farklı çalışma alanları konusunda bilinçli olun!


  1. Kız/Erkek arkadaşınızdan, arkadaşlarınızdan ayrı kalmamak adına duygusal seçimler yapmayın! Tercih listenizi aileden kaçış olarak değerlendirmeyin!


  1. Tercih döneminde yazacağınız üniversiteyi/üniversiteleri imkan varsa mutlaka yerinde ziyaret edin. Fiziksel, bölgesel şartlarını da tanıyın! Kampüslerini gezin! Üşenmeyin! İnternet üzerinden araştırmalar sizi yanıltabilir! Sanal ile gerçek farklıdır, unutmayın!


Mutlu ve başarılı olacağınız meslekleri yapabilmeniz dileğimle yolunuz açık olsun…


PORSELENİN YOLCULUĞU

$
0
0

Eğer kahve ya da çay içmeyi keyif haline getirdiyseniz içme eylemini de bir ritüel haline getirirsiniz! Bunu ancak; kahve,çay bahane önemli olan seremoni keyfi diyenler anlar.(Japonya'da bir çay seremonisinde bulunmayı çok isterdim örneğin.) Durum böyle olunca kullandığınız fincanların ya da bardakların da önemi ve değeri artar. Hatta ben zamanla kahve fincanlarının tarihçeleri ile de ilgilenmeye başladım (Bunu ayrı bir yazıda paylaşırım sizlerle).


Bu tür sunumlarda fincanlar kadar yan aksesuarlar da çok önemlidir. Örneğin; tarihi özelliği olan, beni geçmişe götüren lokumluklar, şekerlikler ve demlikler çok keyif verir. Modern tasarımlarda da çok farklı, renk renk, eğlenceli çeşitlerini severim. Şık sunumlarda ise tercihim gümüştür. Ancak eskiye yolculuk yapmak istediğimde saray tarzı porselenlere bayılırım. Bayılınca da orijinal aksesuarları bulmak için yollara dökülüyorum.

         

Son birkaç yıldır İstanbul'a her gittiğimde uğramadan dönmediğim ve zahmetli de olsa pamuklara sarıp sarmalayarak getirdiğim porselenlerimi aldığım yer YILDIZ PORSELEN. Yıldız Parkı'nın içindeki yıldız porselenin imalat ve satış yeri olan fabrika hem müze olarak gezmek hem de keyifli bir alışveriş yapmak için harika bir yerdir.

Porselen ilgi duymayanlar için ise harika bir gezi parkı aynı zamanda. Hem de içinde köşklerin, sincapların bulunduğu...

Ayrıca Yıldız Porselen'in Beşiktaş'ta Milli Saraylar'a bağlı şubesi de var. Orada hediyelik eşyalar da bulabilirsiniz.

         
   

Burada belirli saatlerde rehber eşliğinde porselen imalatı hakkında bilgi alıp, izleyebiliyorsunuz. Benim esas ilgimi çeken bu porselenlerin sade ve sadece burada üretilmesi ve saray orijinallerinden ilham alınması.

Alışverişinizi yaptıktan sonra Şale Köşkü'nde kendinizi hangi sultan gibi hissedersiniz bilmiyorum ama ben her ziyaretim sonrası saltanatın seremonilerinden çıkıp İzmir'e porselenin yolculuğu ile dönerim...

                     
Fabrika/Müze Sultan 2.Abdülhamit'in sanata olan ilgisi üzerine 1891 yılında Yıldız Çini  Fabrika-i Humayünu adıyla açılmış.


Üretilen eserlerin tümünde orijinal damga ay-yıldız bulunur.


Bugün artık Milli Saraylar Daire Başkanlığı'na bağlı bir kurum olarak hizmet vermekte.




Keyif Dolu Günleriniz Olsun...



Petek Uluğ

İNSTAGRAM PAYLAŞIMLARINIZA DİKKAT EDİNİZ !

$
0
0


Uzun bir tatilden sonra tekrar merhaba...

Yazacak, anlatacak çok şey vardı. Ancak; ara vermek şart olmuştu. Önce ben yorgundum. Yoğun bir dönem bitmişti. Sonra hepimiz, herkes yorgun düştü. Gündem değişmişti.


Yine yeniden paylaşılacaklar birikti. İlk yazım keyifli olsaydı hani blog adıma yakışsaydı daha iyi olurdu ama, olmadı... 


Bu kez eleştirenleri eleştiren bir yazı paylaşmak istedim.


Sizler de, son günlerde instagram ağırlıklı sosyal medya paylaşımları ile ilgili yapılan kişilik analizlerine kadar varan köşe yazılarını okumuşsunuzdur.


Tamam analizleri yapanlar da Türkiye'nin hatırı sayılır psikiyatri uzmanları ama bunu malzeme yaparak köşelerinden ağır bir dille bu kişilikleri yargılayanlara ne demeli?


Uzmanları tarafından sosyolojik veya psikolojik sonuçlar çıkarmak farklı, bu verileri alıp da profiller ile alay etmek, dalga geçmek farklı bir durum.


Özellikle yazılarda dikkatimi çeken şu cümleler kendim ile bağlantılı olmasa da  beni öyle şaşırttı ve üzdü ki!


Blog yazarı ve instagramer olarak sürekli bu sosyal ağların içindeyim, yetmedi medya iletişim okudum. Derslerimi çalışırken de, kullanırken de gözlemledim. Belki de bu eleştirel yazıların bana çok hoşgörüsüz yaklaşım gelmesi bu nedenledir.


Bakın neler demişler?


''Sen henüz TOKİ'den bozma evinin taksitlerini ödeyemezken, o fotoğrafları koyabilmek için yaptığın alışveriş taksitlerinden yüksek!'' ya da buna benzer bir cümle.


Nasıl da sosyal sınıf farkının altını çizen, alt/üst kültür ayrımcılığı yapan, gözüne sokan, yargılayan bir düşünce. Yani ''Haddini bil!'' diyor kendince! 


Belki de içinde bulunduğu, yaşadığı maddi sıkıntıyı paylaştığı bir fotoğrafa aldığı yorumlar ile içini ferahlatan insanlar vardır. Her bir beğeni ona terapi gibi geliyordur. Enerjisini yükseltiyordur. ( Böyle olduğunu söyleyen çok kişi tanıdım) Hiç kimseye zararı yok ki evinin köşesinden yaptığı cicili bicili paylaşımlarının.


Ne yani? Üst gelir sınıfının yaptığı paylaşımlar daha itibarlı, daha mı güvenilirdir? Onlara daha mı haktır?


E, onlar da görgüzüsüz, sonradan görme olmakla eleştirilmiyorlar mı?


Diğer bir eleştiri ise iş hayatı olmayan, çalışmayan ev hanımlarına yönelik yapılmış.


''Kocasını mutlu etmekten başka bir amacı olmayan ve sadece bu paylaşımları ile mutlu olan (kişillik sahibi olmayan) kadınlar! '' Bu ne demek?


Onunla mutlu oluyorsa o kadınlar kime ne! 


Kişilik sahibi olmanın veya olmamanın tanımı İg paylaşımı ile ölçülebilir mi?

Eğitim düzeyi yüksek, çalışan her iş kadının sağlam bir kişiliğe sahip olduğunu kim iddia edebilir ki?


Yönetici, idareci, CEO olarak çalışan kadınlardan egosal sorunlarını aşamayıp psikolojik girdaba girdikleri zaman o pembiş! paylaşımları yapan kadınların yerinde olmak istediklerini de biliyoruz.


O kocalar nasıl olur da bir şey demezlermiş?


Demiyorlarmış, ne güzel işte! Ahlaki bir sorun mu var ortada?


 O kocalar eşlerinin paylaşımlarına müdahale etseler bu kez daha farklı sorun çıkacak. Ne  yani instagram paylaşımlarına da mı karışıyorsunuz eşlerinizin diyeceksiniz?


 ''Kadınlar bu kadar taviz vermeyin eşlerinize!'' demeyecek misiniz?


 Eşim, ailem ile birlikte olduğumuz fotoğrafların paylaşımı konusunda ketum davranan, mahremiyet sayan ben de bazı hitabet şekillerinden hoşlanmıyorum, abartı buluyorum kabul! (Kociş, evinin  kraliçesi, prensesi, prensi,vb...)  ama kime ne? Bize ne?


 Bu arada eviniz, dekorunuz, yaşadığınız mekanlar pembe ve tonları ile bezeli ise hele bir  de yeni evli iseniz yine eyvah eyvah yandınız!


Her yer pembe olmuş ya bıkmış herkes. Benim evim pembe değil. Toprak tonlarında ama kendime yakıştırmadığımı başkasında beğenebiliyorum. Pembeyi seviyor diye neden alay edilsin ki profiller?


Toprak, beyaz, nude, siyah dekorasyondan hoşlanmayan birçok insan var. Onlar da ''İçimiz karardı off!'' diyebilirler.

Bu platformlar zaten farklılıkların sunulduğu paylaşım siteleridir.


Ahlaki, manevi, kültürel değerlerimizi rahatsız etmeyen farklı kişisel beğeniler, tercihler paylaşılabilir. Kimi eğlence için takip eder, kimi öğrenmek, fikir almak için...


Diğer bir eleştiri ise yeni gelinlere yapılmış!


Evli olan veya evlenmiş her kadın yeni gelin olma tabirini çok iyi bilir, özel günlerdir yaşantımızda, anılarımızda! Eve misafir davet etmek, akşam eşe hazırlanan özenli sofralar, yıpranmamış eşyalar, bembeyaz takımlar, henüz kullanılmamış havlular...


Bu özen bir hayat sürerse ne ala. Ama zamanla, zaman yarışı içinde bu özen kaybolabilir...


Bırakın yeni gelinler yeni döşenmiş evlerindeki özeni paylaşsın, özeni daha da artsın.


Şimdi benim aklıma takılan şu!

Hem eleştirip hem de neden takip eder ve ısrarla takipte kalırız ki?


Yine ikiyüzlülük yok mu? Bakın bu profillerin takipçi sayılarına, öyle yüksek ki!


E, ne oldu? Bırakın ozaman takibi, bu denli kişilik sorunu olan insanları neden takip ediyorsunuz madem?


Yok! İlla yargılayacağız, hoşgörmeyeceğiz.


Hiç ortada buluşmayacağız. ''OLABİLİR, ONUN ZEVKİ" demeyeceğiz.


Beğenmiyorum, takip etmeyeyim de demeyeceğiz ama röntgenlemeye devam edeceğiz.


Sosyal medya siteleri kullanılması zorunlu olmayan haber, iletişim ağı oldukları kadar eğlence, oyun alanlarıdır. Siz kendi medyanızı yaratabilir ve istediğinizin peşinden gidebilirsiniz.


Kaldı ki sosyal medya kullananlarının paylaşımlarını teker teker inceleyecek olursak kimsenin sağlıklı olmadığı ortada bu bilir kişilere göre.

Neden mi? Bakın kendi gözlemlerime dayalı sıralıyorum...


Lüks marka, mekan paylaşırsınız görgüsüzlük olur!


 Dış mekanlardan yemek paylaşımı yaparsınız ayıp olur!


Gezdiğiniz yerleri paylaşırsınız ''Hayat sana güzel olur!''


Aile, çocuk, mutluluk  fotoğrafı paylaşırsınız, nazar olur! 


Evcil hayvan fotoğrafı paylaşırsınız ''Evde mi? Aaa?, olmaz ki!'' olur!


Profil paylaşırsınız ''Aman fotoshoplu'' olur!


İdeolojik, sosyolojik, felsefik, Mevlevi paylaşım yaparsınız ''Aman, bıktık artık'' olur!

Siyasi paylaşım yaparsınız ''Burada da mı? Yeter, zaten haberlerden içimiz karardı!'' olur!


Kitap paylaşırsınız '' Kitap paylaşmak ile entellektüel olunmaz'' olur!


Keyifli Kahve, kahvaltı, çay sunumları paylaşırsınız ''Nasıl vakit buluyorsunuz böyle şeyler ile uğraşmaya?'' olur!


Makyajlı paylaşım yaparsınız '' Makyajsız çık da görelim'' iddiası olur!


Hastalığınızı, zor durumda olduğunuzu paylaşırsınız ''Duygu sömürüsü yapıyor'' olur!


Müze, sergi paylaşırsınız  ''Sıkıcı'' olur!


Gerekli ve önemli günlerde paylaşmanız gereken fotoğrafları paylaşmaz veya gecikirseniz ''Duyarsız, ruhsuz, ilgisiz'' olursunuz.


Çok ilgili, çok duyarlı olursanız da olmaz! Aman dikkatli olunuz!


Çok uzattım, daha da uzar gider...

Söylemek istediğim şu, kim hangi rengi, hangi kültürde hangi sunumla, hangi hitabet ile hangi dantel ile paylaşmak istiyorsa paylaşsın, inanın kimseye zararı yok!


Bir dantel parçasının bölücülükle suçlandığını görmedim.


Esas tehlike hoşgörüsüzlükte, ayrıştırmada, ayrımcılıkta...


Sosyal medyada dahi bunu başaramıyorsak tehlike gittikçe vahimleşiyor demektir!


Keyfi platformlarda bile bunu beceremiyorsak zorunlu toplumsal alanlarda demokratikleşmeyi nasıl başarabileceğiz ki?



( Fotoğraf alıntıdır) (Yukarıda anlattığım maddeler ile ilgili kendi profilim, sayfam adına hiçbir eleştiri almadım, ancak; ciddi gözlem yaptım.)


Keyif ve Hoşgörü Dolu Günleriniz Olsun

Petek Uluğ









'' EKMEĞE FISILDAYAN KADIN '' MİNE ATAMAN EKMEĞİ ANLATIYOR

$
0
0



MİNE ATAMAN EKMEĞİ ANLATIYOR

Ekmek soframızın en vazgeçilmez gıdasıdır. Son yıllarda tüketilmemesi hakkında pek çok polemik konusu yapıldıysa da itibarı yüksektir; çünkü;  sadece mutfağımızda değil geleneksel kültürümüzde nimettir.
Ekmeğin başaktan yola çıktığı yolculuk ise ayrı bir hikayedir. İşte bu hikayeyi en güzel anlatan Mine Hanım ile tanıştım.
Kendisine ‘’Ekmeğe fısıldayan kadın’’ diyorlar. Aslında unlu mamüller danışmanı.
www.unlumamullerdanismanlik.com, www.ekmekatolyesi.net, subedestekuzmani.net sitelerinin ve mineatamanbread markasının sahibi. Yemek yazarı ve yiyecek içecek marka danışmanı. 

İşini, ekmeği, ekmeği anlatmayı nasıl sevdiğini kendisi ile sohbet esnasında daha iyi anladım. 
Ekmeğin bize nasıl ulaştığını keyif ile anlatıyor.
Blogumda konuk olduğu ve zaman ayırdığı çok teşekkür ederim.

Peteğin Keyif Dükkanı: 

Mine Hanım, sizin ile sohbet ederken bile ekmek hakkında öyle güzel bilgiler veriyorsunuz ki ben de blogumu okuyan, ziyaret edenler için paylaşmak istedim.
Biz ekmek konusunda en çok hangi yanlışları yapıyoruz? Tüketirken veya üretirken nelere dikkat etmeliyiz?

Mine Ataman:

Hayatımın 10 yılını profesyonel anlamda Türkiye’nin lider bir unlu mamüller markasını yöneterek geçirdim. Bu sırada her gün yaklaşık 200 bin ekmeği lezzet severlerle buluşturduk. Yapılan en büyük hata sanırım sıcak ekmeğin tercih edilmesi ve ekmeğin sağlıksız olarak zannedilmesi. Endüstri devrimiyle beraber kısa fermantasyona tabi tutulmuş yüksek maya oranına sahip ekmekler kısa sürede üretilip satışa sunuluyor. Maalesef tüketiciler de pofidik, sıcak ve parlak ekmeklerin çok lezzetli olduğunu düşünerek bu tür ekmekleri tercih ediyorlar. Bu tür ekmekler lezzet açısından da sıkıntılı, sağlık açısından da problemli. Çünkü sıcak ekmek yenildiğinde ekmek, mide ve bağırsak sistemlerimizden geçerken ekmeğin yumuşak yapısı dönüşüme uğruyor. Bu dönüşümde ekmek bağırsaklara zarar veriyor. Ekmeğin bağırsakta daha özümsenmesini istiyorsak sıcak değil, oda sıcaklığında dinlenmiş ekmek tüketmeliyiz.

Ekmek ve sağlık ilişkisini doğru anlatabilmek için ekmeğin Türk Gıda Kodeksi tarafından yapılan tanımını hatırlamakta fayda var.  
Buğday ununa; su, tuz, maya (Saccharomyces cerevisiae) gerektiğinde şeker, enzimler, enzim kaynağı olarak malt unu, vitalgluten ve izin verilen katkı maddeleri ilave edilip bu karışımın tekniğine uygun olarak yoğrulması, şekillendirilmesi, fermentasyona bırakılması ve pişirilmesi ile yapılan bir yiyecek türüdür.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere sağlıklı ekmeğin pek çok yönü var.   Öncelikle konuya ekmeğin hammaddesi olan buğdaydan başlamak lazım. Buğday şu anda genetiğiyle oynanmamış nadir bitkisel ürünlerden. Diğer taraftan özellikle bazı uzmanlar buğdayın türü ve kromozom sayısı hakkında yorum yapıyorlar. Geçmişten günümüze baktığımızda dünyada farklı kromozom sayısı olan bir çok buğday türü var. Bu gün de hala Türkiye’de 12 kromozomlu siyes ve kavılca buğdayları var. Bunun yanında 42 kromozomlu buğdaylar var. Ayrıca bu buğdaylara başka bir canlıdan gen transferi yapılmamış olup sadece iyi buğdaylar arasında döllenme ile verimli buğday türleri oluşturulmaktadır. Türkiye’de Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı olarak Tarla Bitkileri Merkez Araştırma Enstitüsü tarafından tohum türleri  geliştirilmektedir. Bu tohumlar daha sonra çifçilere verilip üretim yapılmaktadır.  Buğdayda önemli olan iyi türlerin yetiştirilmesidir. Proteince zengin buğdaylar yenilen ekmek kalitesini de artıracaktır. 
Ekmek ve sağlık konusu ekmek üretimiyle de yakından ilgili bir konudur. Ekmeğin hijyen koşullarına uygun doğru yöntemlerle üretilmesi de gerekir.  Günümüzde bir çok fırın uygun olmayan koşullarda ekmek üretimi yapmaktadır. 



Peteğin Keyif Dükkanı: 

Son günlerde ekşi mayalı ekmek tüketimi çok popüler oldu. Bu konuda atölyeler, workshoplar yapılıyor. Her yerde görüyorum. Hepsi gerçek ekşi mayalı ekmek midir? Bu ekmeğin püf noktaları, faydaları nelerdir?

Mine Ataman:

Bir ekmeğin ekşi maya ile mi yoksa diğer maya türleri ile mi yapıldığını anlamak için biraz uzman olmak gerekir. Kaldı ki pek çok uzman da bunu anlayamayabilir. Bunu ancak toksikoloji raporlarıyla anlayabiliriz. Bunun için bir ekmeğin ekşi mayalı olup olmadığını anlamanın en iyi yolu çocukken mahallede aldığınız ekmeğin kokusu var mı yok mu buna bakın. Ekmek muntazam mı buna bakın – çok muntazam bir yapıya sahip ekmek muhtemelen katkı maddelidir- ekmeğin içinin nemli olması gerekir. Ekmek kırılırken kabuktan çıt sesi gelirken içinin lifli olması gerekir. Keskin bir şekilde ayrılmamalı liflerini görmelisiniz. En önemlisi de bildiğiniz fırınlardan ekmeğinizi alın. Diğer önemli bir konu ekmek aldığınız yeri ve ustayı araştırın. Ekmek ustalığı çok uzun eğitim ve deneyim gerektiren bir meslek. Bu anlamda sosyal medyada çok farklı oluşumlar var popüler bir alan olduğu için herkes ekmek yapı satmaya çalışıyor. Bunlara dikkat etmek gerekir.

Ekşi mayalı ekmekler sağlık açısından faydası anlatmakla bitmeyecek kadar çok. Folik asit açısından zengin olan ekmekler özellikle hamile kadınlar için çok değerli. 


Peteğin Keyif Dükkanı: 

Artisan Ekmek nedir Mine Hanım? Ekmek kültüründe önemli bir yeri var bu tanımın. Bilgi alabilir miyim?

Artisan diğer meslek kollarında olduğu gibi ekmek işinin sanatçısı. Ekmek zanaatkarı. Yıllarını bu işe vermeli. Geleneksel tekniklerle ekmek yapmalı. Mümkünse yerel buğday türlerini kullanmalı. Taş değirmende öğütülmüş buğdayları  kullanmalı. (Şu anda herkes taş değirmende öğütülmüş buğday kullandığını söylüyor halbuki Türkiye’de bu kadar çok taş değirmen yok yani bu unların değirmenlerde öğütülme imkanı yok). En önemlisi de gerçek bir usta olması. Hammaddeyi tanımalı, ekmek yapım sürecini, mayalama tekniklerini, pişirime tekniklerine hakim olmalı. Oysa son günlerde butik ekmek fırını açıp, 3 -4 tane ekmek çavdar ekmeği yapan, dükkanın içerisini butik dekore etmiş herkes artisan ekmekçi olduğunu iddia ediyor. Zamanla unlu mamüller geliştikçe artisan ekmek konusunda doğru yere oturacak. Ekmekçiliğin şöyle bir tarafı var, teknolojideki müthiş gelişmelere rağmen dünyada yapılan ilk ekmeklerle günümüzde yapılan ekmekler arasında çok az fark olması. Yani insan oğlu binlerce yıldır hemen hemen aynı yöntemle ekmek yapıyor. Sadece buğdaylar bir miktar değişti bir de buğdayların öğütülme aşamasında ki teknikler. 

Peteğin Keyif Dükkanı: 

Ekmekler ilgili son olarak ne söylemek istersiniz?

Mine Ataman:

Aslına bakarsanız ben ekmek konusunda biraz taraf tutuyorum sanırım. Bana göre ekmek sadece karın doyurmak için tüketilen bir besin maddesinden çok daha öte. Ekmek benim yaşam tarzım. Hayatımın çok önemli bir parçası. Yazılarıma hep söylüyorum. Her ekmeğin ustasına ve yiyene özel bir hikayesi vardır. Ekmek onu tüketen kişinin sofrasına kişilik bulur. Yakın zamanda eğitimlerine başlayacağımız ekmek atölyemizde aynı zamanda ekmek ve ekmeğin diğer yiyecek içeceklerle nasıl tüketileceğine dair sohbet etkinliklerimiz başlıyor. Bu etkinliklerde hangi ekmek hangi yiyecekle, hangi içecekle ve ne kadar tüketilmeli gibi konulara değineceğiz. Yine yakın bir tarihte on bin yıllık Anadolu ekmek sofraları adı altında mitolojik ekmek sohbetleri yapacağız.

Peteğin Keyif Dükkanı: 

Sohbetiniz ve paylaştığınız bilgiler için tekrar teşekkür ederim. 

Mine Ataman:

Ben teşekkür ederim hadi dışarı çıkalım ve kendi ekmek hikayemizi yazmaya koyulalım. Böyle vitamini bol bir nimet hayatımızdan, soframızdan hiç eksilmesin! Lezzetle kalın.




Keyif Dolu Günleriniz Olsun


Petek Uluğ







Viewing all 70 articles
Browse latest View live